21 Kasım 2018 Çarşamba

Cinsel şiddetin kaynağı iktidar olma anlayışıdır

Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda kadına yönelik cinsel ve psikolojik şiddet üzerine yıllarca çalıştıktan sonra emekli olan ve halen Eşit Haklar İçin İzleme Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığı yapan Psikolog Zekiye Şenol, cinsel şiddetin en olduğu, cinsel şiddete maruzkalınca ne yapılması gerektiği ve bununla mücadele etme yöntemlerine dikkat çekti. 
‘KADINA YÖNELİK ŞİDDET ARKEOLOJİK BULGULARDA’
Şenol, toplumda kadına yönelik cinsel ve psikolojik şiddetin yeterince konuşulup tartışılmadığını ve buna yönelik geliştirilen politikaların da zayıf olduğunu söyledi. Kadına yönelik her türlü şiddetin tarihte çok eski dönemlere dayandığını kaydeden Şenol, şöyle devam etti: “Günümüzden 3 bin yıl kadar önce bile kadına yönelik şiddet vardı. Yapılan arkeolojik bulgularda, kadın kemiklerinde erkek kemiklerine oranla çok daha yüksek oranda kırıklara; yani dışarıdan darbe şeklinde öldürülmüş kemiklere rastlanıyor. Bu durum, dünyanın her yerinde mevcut ve hala günümüzde de devam ediyor. Kadına yönelik şiddetle mücadele çalışmaları 1800 sonunda 1900’lerin başında Amerika ve Avrupa’da başlıyor. Günümüzdeki tarihler daha yenidir. 50-60 yıllık bir tarihte, kadın hareketlerinin başlamasıyla kadına yönelik şiddet üzerine çalışılmaya başlandı.”  
CİNSEL ŞİDDET NEDİR?
Şiddetin en önemli türleri arasında cinsel şiddetin bulunduğunu dile getiren Şenol, bu şiddet türünün mağdurlarının yine kadınlar olduğunu belirtti. Şenol, cinsel şiddetin neleri kapsadığına dair şunları söyledi: “Cinsel şiddet; cinselliği kontrol etmek, denetlemek, küçük düşürmek aşağılamak ve cezalandırmak amacıyla yapılır. Bu; kadının eşi olabilir, partneri, babası ya da erkek akrabaları olabilir. Yani cinsel şiddet sadece eşten ya da partnerden gelmez. Cinsel şiddete maruz kalan erkekler de var; ama bunu da genellikle erkek erkeğe yapabiliyor. Çocuğa yönelik istismarı da cinsel şiddet olarak sınıflandırabiliriz. Çünkü bu cinsel şiddettir, saldırıdır. Bir bebeğin hamilelik döneminde kız çocuk ise kürtaja zorlanması hem kız çocuğuna hem de anneye yönelik cinsel şiddettir. Ama en başta tecavüz etmek, sözle veya fiziksel olarak taciz etmek, istemediği cinsel pozisyonlara zorlamak, reddetmeyi umursamamak, rızası olmadığı halde canını yakacak şekilde cinsel ilişkide bulunmak, kadına ilaç, alkol, uyuşturucu kullandırarak ilişkiye zorlamak, istemediği yerlerde ilişkiye zorlamak, istemediği şekilde dokunmak durumlarını cinsel şiddet olarak kabul ediyoruz. Seks işçiliğine zorlamak, cinselliği erkeğin kendi ihtiyaç ve zevklerine göre yaşaması, bunların hepsi cinsel şiddettir. Cinsel kölelik, zorla kısırlaştırmak veya düşük yapmaya zorlamak da cinsel şiddet içerisinde bulunan türlerdir.”  
‘KADINLAR CİNSEL ŞİDDETİ AÇIKLAMIYOR’
Cinsel şiddetin olduğu her yerde, psikolojik veya fiziksel şiddetin de olduğunun altını çizen Şenol, kadınların genellikle bu şiddet türünü yaşadığının farkına varamadıklarını dile getirdi. Cinsel şiddetin “yatak odasıyla” sınırlı olmadığına vurgu yapan Şenol, bu şiddet türünü yaratan toplumsal kodların önemli olduğunu kaydetti. Cinsel şiddet mağduru kadınlarla yaptığı görüşmelerde kadınların bunu kolay kolay açıklamadığını belirten Şenol, “Kadın, mahkemeye başvurduğunda fiziksel şiddeti kırıklar, morluklar ne varsa gider belgeler; ama cinsel şiddete uğradığını söylemezdi. Biz onlarla yaptığımız görüşmeler sonucunda tespit ederdik. Kadınlar bize, ‘lütfen kimse bilmesin açıklamayın kimseye bildirmeyin’ şeklinde uyarılar verirdi. Yani; cinsel şiddet çok yaygın onu belirtmek gerekiyor. Aslında birçok kadın cinsel şiddette maruz kaldığının farkında bile değil. Özellikle; evli kadınlarda eğitim, sosyo-ekonomik düzeyi daha düşükse ve yetiştirildiği kültürel yapısı itibariyle kadının yetiştirilme tarzını etkilemişse kadın bunun cinsel şiddet olduğunu anlamayabilir. Cinsel şiddet mağduru birçok kadınla yaptığımız görüşmelerde, cinsel ilişkinin karşılıklı iletişim ve etkileyişimle gelişen özel bir duygu durumu olduğunun farkında bile değildi” ifadelerini kullandı. 
‘KADIN HAREKETİNİN ÖNÜNDE DURAN ENGELLER VAR’
Cinsel şiddetin tüm toplumlarda var olabileceğini söyleyen Şenol, ülkelerin bu şiddet türüyle mücadele yöntemlerinin önemine vurgu yaptı. Türkiye’de şiddetin daha çok görmezden gelindiğinin altını çizen Şenol, şu noktalara vurgu yaptı: “Bizim ülkemizde cinsel şiddet görmezden gelinir. En büyük sorunlarımızdan birisi de budur. Bir diğeri ise dini sorunlardır. Örneğin; Arap ülkelerinde birçok kadın tecavüze uğradığı zaman cezalandırılan oluyor. Belli bölgelerde kadın tecavüze uğradığı zaman öldürülmese bile toplumdan dışlanır ve seks işçiliğine gidiş olarak kabul edilir. Toplumsal kabul ile çok alakalıdır. Örneğin; kadın cinsel şiddete maruz kaldığını anlattığı andan itibaren, kadının kılığı kıyafetinden, alkollü olup olmamasından gece geç dışarıya çıkmasına kadar bir sürü şeyi sorgulanıyor. Son zamanlarda basına çok fazla yansıdığı için biliyoruz ki sürekli , ‘kadın ne yaptı?’ diye konuşuluyor. Oysa konuşmamız gereken nokta burası değildir. Aldığı aile terbiyesinin onu cinsel şiddet görmeyi hak ettiği üzerinden konuşulur. Bu toplumsal kabul ifadeleridir. Bununla mücadele etmek gerekiyor. Kadın hareketinin önündeki en büyük engeller arasında devletin yaklaşımıysa bir diğeri de toplumsal yapıdır. O yüzden önümüzde oldukça zorlu ve hayli uzun bir yol duruyor.”  
‘ERKEK GÜCÜNÜ GÖSTEREBİLDİĞİNE TECAVÜZ EDİYOR’
Kadına yönelik cinsel şiddet alanında devletin resmi çalışanlarının yaklaşımlarına dikkat çeken Şenol, “Bu alanda çalışan bir sürü profesyoneller var. Bir tanesi polistir, biri jandarma, hakim, savcı ya da kadının gittiği sığınma evlerindekilerdir. Devletin içinde çalışan profesyoneller bile, sığınaklara gelen kadınları hiç hoş karşılamazlar. Herkes için söylemiyorum; ama bir şekilde bu tip personellerin bulunması bile devletin bakış açısıdır. Buna asla izin verilmemesi gerekiyor. Hakimin, polisin, savcının davranışı bunları ortaya koyar. Bir kız çocuğu için mahkemenin ‘göğsü bulunmadığı için şehvet oluşturmaz’ şeklinde bir kararı vardı. Aslında bu tarz insanların karar alma mekanizmalarında bulunması, kadınlar için doğrudan bir tehdit oluşturuyor. ‘Yaşlı bir kadının nesine tecavüz edilir?’ deniliyor. Oysa orada bir iktidar ilişkisi bulunuyor. Erkek gücünü gösterebildiğine tecavüz ediyor.  Hayvana da tecavüz ediyor. Cinsel şiddetin en büyük kaynağı, iktidar olma anlayışı ve toplumda kabul ediliyor olmasıdır. Yine cezasızlığın etkin olması, cinsel şiddet üzerinde önemli faktörlerdir” ifadelerini kullandı. 
‘POLİTİKALAR GERİYE GİDİYOR’
Şenol, yargıda “münferit” olarak söylenen olayların böyle olmadığına dikkat çekerek, münferit olarak isimlendiren olayların kadına yönelik şiddetin üstünü örtmenin yolu olduğunu söyledi. Şenol sözlerini şöyle sürdürdü: “1800’lü yıllarda bile İngiltere’de kadına yönelik şiddetin sınırları belirlenmiş. İşaret parmağından daha kalın olan bir şeyle kocanın karısını, babanın kızını dövemeyeceği belirtilmiş.  Bundan daha kalın bir sopayla dövenler için suçun yasal zemini çizilmiştir. Ama bugün gelinen noktada baktığımız zaman, kadına yönelik cinsel şiddet konusunda adalet sisteminin nasıl çalıştığı ve buna maruz kalan kadınların toplumda dışlanıp dışlanmadığı meselesi hala önümüzde duruyor.  Bizdeki en büyük sorun, toplumsal dışlamadır. Çok iyi bir yargıç çıkıp iyi bir karar da verebilir; ama sonrasında toplum kadını kolay kabul etmiyor. Kadınların şiddet konusunda adalet sistemine inançları oldukça düşüktür. Kadınlar, son noktaya kadar karakola gitmezler. Şiddete maruz kaldığında gidip yargıya başvuran kadın sayısı çok azdır. Batıdaki kadınların durumu burada fark ediliyor. Orada kadınlar yüreklendiriliyor. Buna yönelik politikalar yapılıyor. Maalesef ülkemizde bu tür politikalar hep geriye gidiyor.”
‘CİNSİYETİNDEN DOLAYI ÖLDÜRÜLEN KIZ ÇOCUKLARI’
Türkiye’de cinsiyetinden dolayı kız çocuklarının öldürülmediği söyleminin gerçekçi olmadığını ifade eden Şenol, intihara sürüklenen kız çocuklarının altında yatan gerçek nedenlerinin araştırılması gerektiğine işaret etti. Bunların ölüm değil, cinayet olduğunu söyleyen Şenol, “Evet, cinsiyetinden dolayı öldürülen kız çocukları konusunu tespit edemiyoruz. Bence önce bir sorunu doğru tespitle ortaya koymak gerekiyor. Şiddet olarak kayıtlara girmediyse ya da bir bebek öldü; ama cinsiyetinden dolayı öldürülüp öldürülmediği araştırılmıyorsa biz nereden bilelim bunun sıradan bir ölüm olduğunu? Oysa bir sürü kız çocuğu intihara zorlanıyor; ama bunlar intihar diye kayıtlara geçiyor. Bunlar cinayettir. Hatta biraz daha altı deşilirse cinsel istismar olgusuna rastlanır diye konuştu. 
Cinsel şiddete maruz kalan kadınlara “cesaretli olun” çağrısı yapan Şenol, kadınların, sahada çalışan kadınlara daha fazla başvurması gerektiğini söyledi. Cinsel şiddet konusunda derin araştırmalara ihtiyaç duyulduğunu da ifade eden Şenol, kadın örgütlerinin, bir kadının kıyafetinden dolayı uğradığı saldırıyı, topluma cinsel şiddet olarak vermeleri gerektiğinin altını çizdi. 

William James’ten En İyi 10 Söz

William James’in hem felsefeye hem de psikolojiye yaptığı katkılar, her iki disiplin için de birçok teoriye ve açıklayıcı modellere ışık tutmuştur. James, psikolojik ve işlevselci yaklaşımı nedeniyle, Amerikan psikolojisinin babası olarak kabul edilip, aşağıda paylaşacağımız alıntıları, psikoloji anlayışını özetler.
James, ABD’de zengin bir ailede dünyaya geldi. 70’lerin onun hayatında önemli bir dönüm noktasıydı. Derin bir duygusal kriz geçirdi, evlendi ve 1872’de Harvard Üniversitesinde profesör olarak çalışmaya başladı. O zamandan beri bilinçli ve duygusal durumlar arasındaki ilişkiyi derinlemesine incelemeye yoğunlaştı.
İlk kitabı “Psikolojinin İlkeleri”, onu çok etkili bir düşünür haline getirdi. Ayrıca psikolojik araştırmaya en büyük katkısı da bu oldu. Bu yazar, büyük anlam ve bilgelik taşıyan bir dizi harika sözün de sahibidir.
“Hayal gücünüzde sıkıca tutabileceğiniz herhangi bir şey sizin olabilir.”

Zihnin bir bilgi nesnesi olması

William James, İşlevsel Psikoloji Okulunu, Harvard psikoloji laboratuvarını kurdu. Bu model, zihnin işlevsel ve temel olarak yararlı bir vücut parçası olarak çalışmasına odaklanmıştır.
“Benim kuşağımdaki en büyük keşif, bir insanın tutumunu değiştirerek hayatını değiştirebileceğidir.”
insan beyni galaksi gibi
Bilinci, bir nehir, sürekli bir düşünce, akıl yürütme ve zihinsel görüntü akışı gördü. Bu nedenle, akılda her şeyin sadece bağlam içinde anlaşılabileceği düşünülerek, çalışma için izole edilebilecek veya depolanabilecek hiçbir şey olmadığını iddia ederdi.
“Doğadaki en değişmez engel, bir insanın düşünceleriyle diğerinin arasındadır.”
William James’in bu alıntıları ile, işlevselliğin, davranışları bir bütün olarak değil, bütün bir sistem olarak anladığından, davranışsal psikolojinin ilkelerini nasıl benimsediğini açıklar.
“İnanç gerçek gerçeği yaratır.”

Bizim ulaşılmaz düşüncelerimiz

William James, kendi inançlarımızın, düşüncelerimizin ve fikirlerimizin, her birimize ait olduğuna inanarak, bunun başkaları tarafından erişilemez bir alan olduğuna inanırdı. Bu özelleştirme ya da erişilmezlik düşüncesi, felsefi psikoloji kavramımız üzerinde yankı uyandırdı.
“İki kişi bir araya geldiğinde, gerçekte altı kişi bir araya var. Her insanın kendini gördüğü, her insanın onu gördüğü kişi olduğu ve her insanın gerçekte olduğu kişiler vardır.”
iç içe girmiş iki insan kafası
Bir şekilde, bu bir sınırlamanın farkına varmaktı: deneysel psikolojinin, insan düşüncesinin nasıl çalıştığını asla tam olarak anlayamayacağını kabul etmek. Bu, insan aklını inceleyerek, soyut bir yapıyı, “ben”i incelediğimizi var sayar.
“Dünyaya bakışımız, duymaya karar verdiklerimiz ile şekilleniyor.”

Pragmatik bir odak: aklın işlevi

Bu modelin ana fikri, gerçeğin aslında işe yarayan şey olmasıdır. Burada, “hakikat” kavramı yararlılığa dayanıyor. Yani, pragmatik, doğru olan, yararlı olan şeydir. Sonuçları, yansımaları ve bir şeyden elde ettiğimiz şeyleri, onu doğru veya yanlış olarak kategorize etmemizi sağlar.
“Duyanlar tarafından yanlış anlaşılan bir gerçekten daha kötü bir yalan yoktur.”
Bu onun en ünlü alıntılarından biridir. Görkeminin yanı sıra, gerçeğe dair fikirlerini çok net kılıyor. James için mutlak bir gerçek yok, sadece bakış açıları vardır.
“Kesinlikle kamuya açık ve evrensel bir bakış açısı yoktur.”
Bu sonraki alıntı, sonuçlara dayalı deneyimler veya davranışlar hakkında kendi anlamımızı nasıl yarattığımıza değinir. Yani, belirli bir olaydan sonra bir şeyleri yargılar, ve bu, anlam bulmak için çok göreceli bir yol olabilir.
“Yeterince uzun süre kötü düşünmenin ya da endişe duymanın, geçmiş ya da gelecekteki bir olayı değiştireceğine inanıyorsanız, farklı bir gerçeklik sistemi ile başka bir gezegende ikamet ediyorsunuz demektir.”
makine dişlisi insan beyni

Duygularla ilgili ana psikofizyolojik teorilerden birini buldu

Bu teori, James-Lange teorisi olarak bilinir. Bunu, aynı zamanda – 1884’te Carl Lange’den bağımsız olarak – önerdi. Bu, bir duygunun, fizyolojik değişikliklerin içsel algısının sonucu olduğu fikrine dayanıyor. Bu, üzgün olduğumuz için ağlamadığımız anlamına geliyor çünkü ağladığımızın farkında olduğumuz için üzgünüz.
“Hareket, hissiyatı takip ediyor, ama gerçekten aksiyon ve duygu bir araya geliyor; ve iradenin daha doğrudan kontrolü altında olan eylemi düzenleyerek, dolaylı olarak duyguyu da düzenleyebiliriz. ”
Bu teori “psikofizyolojik” dir, çünkü bedensel değişimlerle duyguyaneden olan uyaranların algılanması arasındaki ilişkiye işaret eder.
Bu alıntılar William James’in nasıl düşündüğü ile ilgili en dikkat çekici şeyleri sembolize ediyor; birçoğu için onu psikolojinin babası yapan düşünceler.

İnternetin oluşturduğu olumsuz psikolojiler

İnternet artık hayatımızın neredeyse kaçınılmaz bir parçası. İnternet hayatımıza hem riskler hem de imkanlar getiriyor. Bu sebeple sağlıklı internet kullanımını sağlamaya çalışırken risklerini kontrol etmeye çalışmamız lazım. Bu yazıda sizlere internet kullanımı sırasında oluşabilecek olumsuz psikolojilerden bahsedeceğim. 

Sosyal izolasyon

Sosyal medya bir taraftan yüzlerce insanla sanal ortamda bağlantı halinde kalmayı sağlarken, aynı zaman da gerçek dünyada sosyal yalnızlığını sebebi de olabilir. Yani, çok sayıda sanal arkadaşımız varken, gerçek dünyada arkadaşımız olmayabilir. Nitekim, araştırmalar “Aşırı sosyal medya kullanımının” sosyal izolasyonla paralellik gösterdiğini söylüyor. Yalnız kişilerin mi aşırı sosyal medya kullandığı, aşırı sosyal medya kullananların mı yalnızlaştığı ikilemi ise çözülebilmiş değil. Muhtemelen ikisi de doğru. 

Sanal kimlik inşası ve kimlik karmaşası

Sanal kimlik oluşturmanın ilk boyutu başkaları için algı inşa etmektir. Özel çekilmiş resimlerle, seçerek oluşturulmuş imajlarla, inşa edilmiş profillerle bizimle ilgili izlenim oluşturup, başkalarına sunarız. Eğer bu kimlik inşası gerçek olanla bariz farklılaşırsa hem doğallığımız hem de kendimizin ve başkalarının bizi olduğumuz gibi kabullenmesi bozulabilir. 
Sanal kimlik oluşturmanın ikinci ve ileri boyutu ise sahte kimlik oluşturmaktır. İnternet kullanıcılarının bir kısmı internet dünyasında ikinci bir paralel hayat oluşturuyor. Bu kişiler sanal dünyada gerçek dünyadakinden farklı olarak bir sosyal kimlik inşa ediyorlar. Orada olmayı arzu ettikleri kişi gibi oluyorlar. Bu kişiler iki kimlik arasında sıkışıp kalabiliyorlar. Bu sanal kimlik bir yandan onların psikolojik ihtiyaçlarını giderip, sosyal kontrollerin dışına çıkmayı sağlarken öbür taraftan gerçek dünyaya yabancılaşmaya, ondan uzaklaşmaya sebep olabilir. 

Göz önünde olma ihtiyacı ve mahremiyetin azalması

Sorunlu internet kullanımının oluşturduğu olumsuz sonuçlardan biri de göz önünde olma ihtiyacının giderek artması ve mahrem alanın azalmasıdır. Bazı internet kullanıcıları hayatlarını akış halini podyumdaymış gibi herkesin gözü önüne sokarlar. İnternet olmadığında ancak ailelerine ve yakın dostlarına gösterecekleri fotoğrafları internet aracılığıyla daha geniş bir kitleye sunarlar. Bu durun mahrem alanın silikleşmesi, sahne görünürlüğünün arttırılması anlamına gelir. 

Hayatların kıyaslanması

İnternetin yaşattığı olumsuz psikolojilerden biri de “başkalarının hayatın parlak ve ışıltılı bizimkisinin ise sönük olduğu algısını” oluşturmasıdır. Sanal arkadaşlarımızın tatillerini, evlerini, yemeklerini, aktivitelerini ön plana çıkardıkları paylaşımları sonucunda; başkalarının hayatı ile kendi hayatımız arasında “kıyaslama psikolojisi” oluşur. Gerçek hayatın sadece parlak anlarının ön plana çıkarılması, problemli taraflarının geri planda bırakılması olup bitenin yanlış temsiline sebep olur. Resmin toplamı değil bir parçası görülmüş olur. Halbuki kendi hayatlarımızın tüm resmini biliriz. Bu hal birçok kişide kendi hayatlarından memnun olmamaya sebep olabilir. Bu durum bir sinema filminin çekilmiş olduğunu, gerçek olmadığını unutmak gibidir. 

Sanal alemin dışında kalma korkusu

Sanal dünyayı yaşamlarının merkezi haline getirmiş kişiler, sanal ortamdan uzak kaldıklarında “Ben yokken neler oluyor?” psikolojisine kapılabilirler. Bu sebeple de, sürekli sosyal medyada çevrim içi olup hesaplarında neler olduğunu kontrol ederler. “Kim nerede ne yapıyor? Kim ne paylaşmıştır? Paylaşımlar ne kadar beğenilmiştir?” soruları sürekli online olma ihtiyacı doğurabilir. Bu sebeple kişi kendi yaşamına ve yaşadığı ana odaklanamaz olur. 

'İslami kesim psikolojik savaşı bilmiyor'

Yazar Şenlikoğlu Müslümanlar üzerinde oynanan oyunlardan, hurafelere ve kader inancına kadar merak edilen birçok konuda açıklamarda bulunduğu konuşmasıa İslam düşmanlarının psikolojik savaşına dikkat çekerek başladık. “İslami kesim psikolojik savaş yapmayı bilmiyor" diyen Şenlikoğlu "İslam düşmanları o kadar güzel biliyor ki. Bakın dizilerde moda yarışmalarında bunu göreceksiniz. Bunların amacı halkın dokusunu bozmak. Bilinçli olunursa bozulmaz. Bilinçli olmak içinde okumak gerekiyor. Ne yapıp edip çok okumalıyız” ifadelerini kullandı.
 
Hurafe bir kader anlayışımız var
 
Bir zamanlar hurafelerin dinimize sokularak dini öğrenmeyi tehlike olarak gösterdiklerini söyleyen Şenlikoğlu, kader inancı konusunda ise "İslami kesimimizde hurafe bir kader anlayışı vardır. Her şeyi Allah yapar, her şeyi Allah yapmıştır. O zaman biz çalışmayalım böyle bir kader olur mu? Kadının kızı kötü yola düşüyor diyor ki ‘Üzülme bacım senin kızına Allah böyle yazdı kötü yola düşecekti’ Allah böyle bir şey yapar mı? Olur mu böyle bir şey? Olmaz tabi. Ama anlatamıyorsun. Namaza başlamamı 5 yıl geciktirdi bu kader inancı” şeklinde konuştu.
 
Babamın nasihati 'Sakın Allah'ı unutma' oldu
 
Özel hayatına da değinen Şenlikoğlu, çocukluğundan bugüne kadar hayatından kesitler sunduğu konuşmasında şunları söyledi:
 
"10 yaşında İstanbul’a geldik. Modaevinde çalışmaya başladım. Modaevinde 25 TL alıyordum fabrikada 78 TL veriyorlardı. Maddi durumumuz iyi değildi. Modaevinden çıkıp fabrikada çalışmaya başladım. 10 yaşımdan 23 yaşıma kadar orada çalıştım. Babam ‘Yavrum bazı insanlar büyükşehirlere gidince, zengin, makam sahibi ve şöhretli olunca Allah’ı unuturlar sen sakın unutma olur mu’ dedi. Hayatım boyunca babamdan din adına duyduğum en önemli sözlerdi”

Avustralya’da Müslümanların ruh sağlığı toplantısı

Bu yazıyı Avustralya’dan yazıyorum. İbn Haldun Üniversitesi Psikoloji Bölümü ile Avustralya’dan Nasihah Consulting grubu ile birlikte Melbourne’de “Müslümanların Ruh Sağlığı” başlıklı bir toplantı düzenledik. Dünyanın farklı yerlerindeki ruh sağlığı profesyonelleri ile bağlar kurmaya çalışıyoruz. 
Avustralya çok sayıda farklı etnik ve kültürel grubu bünyesinde bulunduran bir ülke... Halen kültürel grupları destekleme politikası güden nadir ülkelerden biri. Kanada ve Avustralya dışındaki ülkeler farklı kültürel grupları asimile etmeye çalışırken, bu iki ülke halen kültürel grupları destekliyor. Gerçi burada da aşırı milliyetçi ve ırkçı politik sesler oluşmaya başlamış ama halen Müslümanlar önemli oranda baskı hissetmiyorlar. 
Melbourne’da ilişkide olduğumuz grup Avustralya hükümetinin ekonomik desteğiyle “Müslüman İyi Oluş Merkezi” (Centre for Muslim Wellbeing) açmış. Bu merkez psikolojik iyi oluş için Müslüman topluluğa eğitim hizmeti vermek için kurulmuş. Avustralya devleti psikolojik iyi oluş halini arttırmayı bir politika haline getirmiş durumda. Bu amaçlı eğitim programlarını tüm toplum için destekliyor. 
    

Kültürel zekâ eğitimini topluma yaymak  

Avustralya hükümetinin çok kültürlülüğü desteklemesinin ürünlerinden biri Avustralya profesyonelleri kültürel psikoloji/psikiyatri alanında ilerlemeleri olmuş. Örneğin toplantının ev sahiplerinden biri olan Dr. Monique Toohey “kültürel zekâ” alanında bir atölye yaptı. Farklı kültürel gruplardan gelen kişileri anlamada ve terapi sürecinde kültürel faktörlerin nasıl ele alınacağını tartıştı. Dr. Monique kültürel zekâ alanında yaptığı eğitimleriyle tanınan biri. Örneğin yakın zamanda Melbourne’daki hakimlere kültürel zekâ alanında eğitim vermiş. 
  

Avustralya pozitif psikoloji hareketini destekliyor  

Avustralya’nın ruh sağlığı alanında diğer bir özelliği de Pozitif Psikoloji Hareketi’ni devlet düzeyinde desteklemesi. Avustralya devleti toplumun psikolojik halini yükseltmeyi hedef haline getirmiş durumda. Bu yolla insan gücünün niteliğini arttırmaya çalışıyorlar. 
Aynı zamanda İbn Haldun Psikoloji Bölümü’nün öğretim üyesi olan Dr. Senem Eren pozitif psikoloji tekniklerinin Müslümanlarda nasıl kullanılacağı üzerine bir konuşma yaptı. Dr. Senem de Dr. Monique gibi “iyi oluş” (wellbeing) alanında topluma eğitimler düzenliyor. Devlet yolu açıp destekleyince, psikologlar odalarının dışına çıkıp toplumsal düzeyde aktörlerden biri haline gelmişler. 
   

Avustralya’da Türkiye kökenli ruh sağlığı profesyonelleri

Spor dünyasını izleyenler gurbetçi futbolcuların isimlerini bilirler. Gerçekten de ligimizde Avrupa’da futbol hayatına başlayıp, futbol kariyerinde iyi yere gelmiş çok sayıda futbolcu var. Avrupa’da spor altyapısının güçlü olması futbolcu yetişmesini kolaylaştırıyor. Aslında benzer durum diğer profesyonel alanlarda da var. Örneğin toplantıda çok sayıda Avustralya’da doğmuş, psikoloji alanında eğitim almış, iyi bir eğitim ortamında yetiştikleri için iyi düzeyde birikime sahip olmuş Türkiye kökenli psikologla tanışmış olduk. Bu kişiler kökenleri ile ilgililer. Avustralya’dan vazgeçmeden Türkiye ile de profesyonel bağlar kurmak istiyorlar. Bence bu beklentiye karşılık bizim için de güzel bir seçenek.