26 Ocak 2011 Çarşamba

Bir tokatla başlayan devrim..

GENÇ adam bütün hayatını bu daracık tozlu yollarda geçirmişti. Üç gözlü bir gecekonduda yaşıyordu. Evin arkasında annesinin çamaşır kuruttuğu, ya da kuruyacak biberleri asacak bir küçük avlu vardı. 26 yaşındaki delikanlının annesini, beş kardeşini ve üvey babası olan amcasını beslediği bir seyyar meyve tezgahı vardı. En büyük hayali, ite kaka sürüklediği bu tezgahtan kurtulup bir kamyonet alabilmekti.

45 yaşındaki kadın, bir emekli polisin kızıydı. Şimdi zabıta memurluğu yapıyordu. Başlıca iş, 40 bin nüfuslu bu kasabadaki gürültü şikayetlerini ve seyyar satıcıları izlemekti.
Zabıtayı gören seyyar satıcıların yapabileceği üç şey vardı. Tezgahı ve krediyle aldığı meyveleri bırakıp kaçmak.. Zabıtaya rüşvet vermek.. Birkaç günlük kazancı demek olan cezayı ödemek.
17 Aralık sabahı, kadın, delikanlının yoluna çıktı. Genç adam mallarını bırakıp kaçmadı. Rüşveti teklif bile etmedi, çünkü polis kızının rüşvet kabul etmediğini bütün kasaba biliyordu. Cezayı ödeyecek parası da yoktu.
Kadın genç adama bağırdı, çağırdı. Hızını alamadı, bir de tokat attı. Sonra tezgâhına ve meyvelerine el koydu. Kadının iki adamı, her şeyi kamyonlarına yükleyip götürdüler..
Genç adam, civardaki nalbura gitti. Bir kutu tiner aldı.. Üzerine döktü ve kibriti çaktı.. Hemen hastaneye kaldırdılar. Vücudunun yüzde 90'ı yanmıştı. 4 Ocak'ta acılar içinde öldü.
14 Ocak'ta, devlet başkanı, 23 yıllık diktatör, ülkeden kaçtı..

13 Ocak 2011 Perşembe

Kar yağışıyla ilgili bilinmeyen gerçekler

Kar kristallerinin bir birine hiç benzemediğini duymuşsunuzdur. Peki yılda milyarlarca kar kristalinin nasıl yağdığını düşündünüz mü? Karın, havada donmuş bir yağmur olmadığını önceden söylemem gerek. Ezberiniz varsa bozmak ve karla ilgili ilginç bilgiler edinmek isterseniz buyrun.


Kar yağışı için gerekli malzemeler şunlardır: Yeteri sayıda ama çok küçük olan buz parçacıkları, yeter sayıda ama aşırı soğumuş sıvı bulut damlacıkları ve hava sıcaklığı eksi12 derece civarında olan bir bulut ortamı. Sıcaklığı sıfır derecenin altında ama hâlâdonmamış sıvı su damlacıkları ile küçük buz parçacıklarının aynı sıcaklıkta bulut içinde yanyana olduğunu düşünün. Böyle bir ortamda su buhar basıncı büyük olduğu için aşırısoğumuş su damlacıkları buharlaşarak buz kristalleri üzerinde birikir. Bulut içindeki yukarıhava akımlarının taşıyamayacağı kadar büyüyen buz kristalleri de bulut içinde düşmeyebaşlar.

EN ÇOK KAR İLKBAHARDA YAĞAR

Düşmekte olan buz kritali diğer buz kristalleri ve aşırı soğumuş sıvı su damlacıkları ileçapıştıkca bizim bildiğimiz kar kristali ortaya çıkmaya başlar. Normal bir kar kristali, 200civarındaki buz kristalinin birleşiminden oluşur. Fakat bir kristalin yere kar kristali olarak düşebilmesi için bu kadarı yeterli değildir. Kar kristalinin yere kar olarak ulaşabilmesi içinbuluttan yerin üstüne kadar hava sıcaklığının sıfır derecenin altında olması gerekir. Eğer bu şart da gerçekleşirse yerde gözlenen yağışın tipi kardır. Fakat çoğu kez kar kristaliyere yaklaştıkca sıfır derecenin üzerindeki hava sıcaklığı ile karşılaştığından eriyerekyağmura dönüşür. Bazen yağmur damlasına dönüşen kar havada düşerken yereulaşmadan önce tekrar soğuk bir hava tabakası ile karşılaşıp donabilir. Fakat altıgenşeklinde iğnelerini artık kaybetmiş; top şeklini almıştır. Bu tür kar, yanlış bir şekilde dolu ile de karıştırılır.
Bilim insanları beş çeşit kar kristali tespit etmiştir: Uzun iğne, altı uçlu yıldız, kolon, eğrelti, altı kenarlı plaka, altı kenarlı prizma. Kar kristallerinin bu şekillerde oluşmasınınnedeni bulut içinde oluştukları hava sıcaklığıdır. Ülkemizde bulut sıcaklığı yaklaşık olarakeksi 12 derece Santigrad olduğu için bizim en çok karşılaştığımız eğrelti otu şeklindekikardır. Sanıldığı gibi çok soğuk havalarda kar yağmaz veya kar yağdığında da hava çok soğuk olmaz. Bu yüzden en fazla miktarda kar ilkbahar aylarında yağar...

IŞINLARI YANSITIP DÜNYAYI SERİNLETİR

İster inanın ister inanmayın karın rengi yoktur; şeffaftır. Fakat kar kristalleri prizma gibigörev gördüğü için güneş ışığını bütün renklerine ayırır. İnsan gözü bu ışık cümbüşünübeyaz ya da mavi görmekte. Karın renki biraz da yaşadığımız çevreye bağlıdır. Bazen kar pembe görünür çünkü toprak rengi kırmızı olabilir. Bazen çöllerden kalkan kırmızı toz dakarın rengini değiştirebiliyor. Unutmayın kar yemek sizi ihsal yapabilir!
Kar kristalinin yere düşerken eriyerek yağmura dönüşmesi yüzünden bu kış günlerindekar yerine daha çok yağmur yağıyor. Bunun başlıca iki nedeni var: 1) Kentlerinoluşturduğu “kentsel ısı adası”, 2) Küresel iklim değişimi...
Eğer bu iki etken daha da kuvvetlenirse, yani kar eriyip yağmura, yağmur da buharlaşıpvirgaya dönüşürse yağış yerine toz ve kum fırtınaları ile yetinmek zorunda kalacağız. Çöllerdeki kum fırtınaları bu şekilde oluyor zaten. Özetle bu günler tüm yağışlar bulutta kar olarak başlıyor ama malum nedenlerden dolayı yere kar olarak ulaşmayabiliyor.
Kar, dünya için bir aynadır! Güneş ışınlarını yansıtarak dünyanın aşırı ısınmasını engeller.Yani küresel iklim değişikliğinin önlenmesi için çok ama çok önemlidir. Sonuç olarak artık“niye kar yağmıyor” diye değil; “neden kar yere ulaşamıyor” diye sormamız vedüşünmemiz gerekiyor!

Masum mahkumlar

Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in altı ay önce açıkladığı rakamlara göre, 479 ‘suçsuz mahkum’ anneleriyle birlikte ceza çekiyor. Bir üniversite ve iki sivil toplum örgütü el ele verdi; bir proje hazırladı. Geçen hafta Bakırköy Kadın Cezaevi’nde başlayan proje çerçevesinde önce anneler eğitilecek; sonra annelerin çocuklarıyla vakit geçireceği oyun odaları kurulacak. Türkiye’nin 3-6 yaşlarındaki çocuğu cezaevine alan tek ülke olduğunu ifade eden proje yöneticileri, bu yeni uygulamanın dünya literatürüne gireceğini savunuyor

Bir çocuğun, dış dünyadan habersiz, suçlu annesiyle cezaevinde büyümesi mi sağlıklı, cezaevi dışında annesiz büyümesi mi? Yanıtı zor bir soru... Dünyada başka örneği olmasa da, Türkiye’de altı yaşına kadar çocuklar suçlu anneleriyle cezaevinde kalabiliyor, ancak bu çocukların cezaevi sonrası akıbeti bilinmiyor. 
Çeşitli araştırmalar için mahkumlarla sık sık biraraya gelen biri akademisyen, ikisi sivil toplum örgütlerinden üç kadın kafayı bu çocuklara taktı. Doğuş Üniversitesi ve Hollanda Başkonsolosluğu’nu arkalarına, klinik psikoloji yüksek lisans öğrencilerini de yanlarına alarak bir proje hazırladılar, soluğu Bakırköy Kapalı Kadın Ceza İnfaz Kurumu’nda aldılar. Projenin idari koordinatörü Doğuş Üniversitesi Psikoloji Bölüm Başkanı Doç. Gökhan Malkoç’un refakatinde bu üç kadınla buluştuk.
Doğuş Üniversitesi Psikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Aslı Akdaş Mitrani cezaevindeki durumu anlatarak başlıyor: 
“Çocuklar güneş ışığı, erkek, araba, köpek, sokak görmeden izole yaşıyorlar ama bir taraftan da biliyoruz ki anneyle çocuk arasındaki bağ çok temel. Düşük eğitim düzeyi, oldukça genç yaşta anneler, çok sayıda çocuk... Bunlar zaten bırakın cezaevi koşullarını herhangi bir yerde annenin sabrını, tahammülünü ve disiplin becerilerini ciddi şekilde etkileyen stresörler. Aile içi şiddette de, çocuk istismarında da biliyoruz ki annenin stres altında olması çok temel bir risk faktörü. Bir de annelerle çocukları 15-20 kişinin kaldığı yatakhane ortamında düşünün... Oradaki koşullar dahilinde annenin aslında daha kaliteli annelik yapmasını nasıl sağlarız sorusundan yola çıktık. ‘Biz niye buradayız’ı çocuğuna nasıl anlatır, sorularına nasıl cevap verir, duygusal problemlerine çocuğu örselemeden nasıl tepki verir?” 
Ceza İnfaz Sisteminde Sivil Toplum Derneği temsilcisi, uzman klinik psikolog Birgül Haznedaroğlu ekliyor: “Tabii o çocuğun altı yaşında annesinden ayrılması lazım. Anne o gerçekliği çocuğa nasıl verecek, çocuk dışarıdaki dünyayı nasıl algılayacak? Anneyi biraz daha donanımlı hale getirirsek hayatları bir parça olsun kolaylaşır diye düşünüyoruz. İletişimlerini artırmak için oyun odaları yapacağız. Rol modelimiz yok çünkü diğer ülkeler çocuğun altı yaşına kadar anneyle kalmasına izin vermiyor. Kimi emzirme kesilince, kimi 12 ayda çıkarıyor. Bir buçuk yaşı geçen yok.” 

ÇÖZÜM DIŞARIDAKİ YUVA 

Türkiye Çocuklara Yeniden Özgürlük Vakfı temsilcisi uzman sosyolog Fulya Giray ise, aslında en ideal çözümün çocukların periyodik olarak dış dünyayla tanıştırılarak büyümeleri olduğunun altını çiziyor. Son sözü Doç. Malkoç söylüyor: “Algıların değişmesi çok önemli. Çocuğa orada sunulan dünya, ondan sonraki yaşamını büyük ihtimalle etkileyecektir. Kafasında oluşturacağı normlar büyük olasılıkla oradan kaynaklanacaktır. Toplumda eğer bir şeyleri iyiye götürmek /_np/0141/12380141.jpgistiyorsak, neler olup bittiğini dert edinmemiz, merak etmemiz lazım. Ah vah diyerek konuşmaktan çok, elimizi taşın altına sokmalıyız.”

ÖRNEK UYGULAMA KILAVUZU OLUŞTURULACAK

Proje yöneticileri cezaevinde kalan çocuk sayısının değişken olduğunu söylüyor. Ancak eldeki veriler, en fazla çocuğun, yaklaşık bin kadın mahkumun bulunduğu Bakırköy Kadın Cezaevi’nde kaldığını gösteriyor. Bir yıl sürecek üç ayaklı projenin ilk iki ayağını anne eğitimi ve oyun odaları oluştururken, üçüncü ayak 12-18 yaş arasındaki genç kızları kapsıyor. Onları hayata hazırlayacak öfke, stres, aile içi iletişim, ergenlik, cinsellik gibi 5-6 haftalık grup çalışması planlanıyor. Bu arada uygulamanın sürekliliği için cezaevi personelinin de eğitilmesi hedefleniyor. 

FULYA GİRAY
Başka hayatlar mümkün


Suç geçmişi olan bireylerle yaşıyor bu çocuklar. Görüyorlar, model alıyorlar. Bizim çocuklarımız için sıradan olan, sabah işe giden, akşam eve gelen meslek sahibi anne babalar onların hayatlarında yok. Bir üniversite öğrencisiyle oturup kalkması bile bir eğitim aslında. Başka hayat mümkün fikrini de vermeye çalışıyoruz.
link

Çokeşlilik artık ayıp

Dedesi beş kez evlenmiş, babası üç. Ama rekor amcasında: Tam 18 eş! Yaklaşık 200 bin kişilik İzol aşiretinin liderlerinden Hamit İzol, ‘Ağanın Akmayan Gözyaşları’ kitabında, üç eşli amcaoğlunun hikayesi üzerinden çok eşliliğin sakıncalarına dikkat çekiyor. Aşirette boşanma olmadığı için süregelen geleneğin kardeşi kardeşe öldürttüğünü belirtirken ekliyor: “Çok eşlilik artık aşiretimizde ayıp sayılıyor”

Remziye, Derviş Ağa’nın ilk eşi. Keje kuması. İkisi de baskın karakter. İşin içine Derviş Ağa’nın zaafiyetleri de girince çocukları birbirine düşman yetişiyor. Bu düşmanlığı, Urfa’nın düşman işgalinden kurtuluşunda başrol oynayan aşiret reisi baba Bozan Ağa bile bozamıyor. Bedir, annesi Remziye’nin baskısından kurtulamayınca, kendilerine haksızlık ettiğini düşündüğü babasını, üvey annesi Keje ve üvey kardeşleriyle birlikte öldürüyor. Bu kanlı tablo karşısında acısını gözyaşlarıyla atamayan Bozan Ağa da oracıkta yığılıp kalıyor. Tek hedefine ulaşan Remziye ise, ölenler arasında kendi oğlu da olduğu halde daha cenazeler kalkmadan andını yerine getiriyor. Eve gidip dirseklerine kadar kına yakıyor...
Yazar Hamit İzol, “Tutamayacağınız gözyaşlarınız için yanınıza mutlaka poşu alın” tavsiyesiyle pazarladığı kitabında, sadece bazı isimleri değiştirdiğini, tüm olayların gerçek olduğunu belirtiyor. Tek eşi ve beş çocuğuyla Mersin’de yaşayan İzol ile çok eşliliğin tehlikelerini anlattığı kitabını ve Mardin’de Faslı kumalarla tavan yapan geleneği konuştuk:

SADECE DOKUZ EŞİNİ YAZDIM

Bozan Ağa benim amcam ama torunları bile benden büyük. Babamla kardeş ama anneleri ayrı. İkisinin arasında 50 yaşın üzerinde fark var. Amcam, ben liseye giderken, 110 yaşında öldü. Aslında 18 eşi olmuş ama ben daha inanılır bulunsun diye kitaba sadece çocuğu olan eşlerini aldım. Çok evlilik yapma nedenlerinden biri de kadınlarının ömürlerinin yetmemesi. Biraz da çapkınmış. 70 küsür yaşındayken çocuğu oldu. Eşleri arasında adil bir düzen kuruyor aslında. Her evlendiği kadını çocuklarıyla birlikte bir köye yerleştiriyor. Kadın o köyün hanımağası, çocukları da sahibi oluyor. O kadını bir daha senede bir defa bayramda seyranda görürse ne ala. Evlendiği son kadınla yaşıyor.
Amcaoğlu Derviş Ağa üç evli. Remziye ve Keje bu geleneğin uç noktaları. Bedir’i bu kadar kinle dolduran annesi Remziye, şimdi 80’li yaşlarda Ankara’da yaşıyor. Çok gaddar bir kadındı, Onun yüzünden Derviş Ağa’nın evinde erkek kalmadı. Torunları büyüdü, şimdi babalarının ismini taşıyor. Bu, yalnız bizim aileye has bir durum değil. Urfa’da kardeşin kardeşi öldürdüğü bir çok aşiret var. Kitabı yazmamın en büyük nedenlerinden biri, bu tehlikeye dikkat çekmek.

SON OLMAK İÇİN KUMA GİDER

Bir kadın son olmak için kuma gider. İlki de bir bakar ki gelmiş, bir şey diyemez. Genelde güçlü ailelerde oluyor kuma. Kadın evleneceği adamdan zayıf olduğu için hayır denemiyor. Annem üç evli babamın ilk eşi. Dedem fakir. “Kızımın üstüne evlenirsen engel olamam” diyerek annemi babama vermek istemiyor; babam, annemi kaçırıyor. Hakikaten babam, annemi çok sevmesine rağmen üzerine evleniyor. Bu kez dayılarım annemi kaçırıyor. Biz üç kardeşimle üvey anneyle kaldık bir süre. Dedem de bizim hatırımıza annemi geri gönderdi.
Annem o gün babama, “Sen bundan sonra benim kardeşimsin” dedi. 30 yaşındaydı ve o günden sonra babamla ilişkisi olmadı. Resmi eş, ikinci eşti ve biz de onun üzerine kayıtlıydık. Büyük kavgalar oldu. İkinci anne annemi kabullenmedi. Kuma öyledir zaten, son gelen ilkini kabullenmez. Annem hep boyun eğdi; onların yıkanacağı suyu bile ısıtıyordu. Ama babamı hiçbir zaman bize kötülemedi. Babam da annemi nasıl sevmiş anlamadım. Üçüncü eşe gerekçesi de, diğerleri yaşlanmıştı ve kendine hizmet edecek durumda değildi. Ben 58 yaşına girdim. 10 kardeşiz. 10 yaşında kız kardeşim var. Babam vefat etti, düşman büyümesinler diye kardeşlerimizi kendi çocuklarımız gibi görüyoruz.

KIZKARDEŞİMLE EVLENDİM

Bekarlığımı hatırlamıyorum. Aşık olmamız mümkün değildi, çünkü çocuktuk. Nişanlandığımızda ortaokul son sınıftaydım, eşim de benden üç yaş küçüktü. Babamın kahyası, “Seni nişanlıyoruz” deyince, “Zübeyir Amca, ben erkek oldum mu” dedim. “Boyuna baksana ya! Daha nasıl erkek olasın” dedi. Liseyi bitirdiğim sene de evlendik; toprak bölünmesin diye. Eşim, aşiret reisi amcamın kızı. Aynı evde büyüdük. Birgün kalktım, baktım ki kızkardeşimle evlenmişim. Babam o doğduğunda, ‘Ben onu oğluma alacağım’ deyince kimse bir şey diyememiş. Beşik kertmesiyiz yani. Allah’tan şanslıyım; ben dağıttım, o toparladı; ben yanlış yaptım, o düzeltti. Şimdi mutluyuz. Çocuklarımızın dördü evlendi, biri bekar. Dünyaya yeniden gelsem, yine onunla evlenirim.
Şimdi çok eşlilik de azaldı, ayıp sayılmaya başlandı. Bizim gibi okumuş insanlar kırdı bunu. Benim jenerasyonumun, okumayan birkaç amca çocuğu hariç, hepsi tek eşli. Köydeki iki eşliler de hoş karşılanmıyor. Çok eşliliğin en büyük acılarını bizim ailemiz çekmiştir. İnsanların en azından bizim ailemizi örnek alması lazım. İlle de başkasıyla evlenecekse ilkinden ayrılması lazım.

KENDİ KÖYÜ VAR AMA HALA ÖĞRENCİ

Urfa Siverekli Hamit İzol, sosyal yaşantısı nedeniyle Mersin’de yaşamayı tercih ediyor. Ama hala Urfa’da bir köyü (Siverek-Konak), 5-6 bin dönüm arazisi ve adamları var. Mersin’de otelcilik, turizm işletmeciliği ve müteahhitlik yapan İzol, ön kaydı olduğu halde babası nedeniyle okuyamadığı gazetecilik hevesini, kurduğu yerel gazeteyle gideriyor. Babasının zoruyla gittiği Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesi’ni ise kan davası nedeniyle bitiremiyor. Son aftan yararlanarak geçen yıl üniversiteye dönen İzol, bununla yetinmeyip Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi İşletme Bölümü’ne de kaydını yaptırdı. Yazarlığa ‘Aşiret ve Öteki Yüzü’ kitabıyla adım atan İzol’un ‘Ağanın Akmayan Gözyaşları’ ikinci kitabı.

TÜRK BAYRAĞI HEPİMİZİN ORTAK PAYDASI

Açılımın içi tam doldurulmadı, sıkıntı oradan geliyor. Ama her şeye rağmen atılan her adımın bu ülkedeki kardeşlik adına önemli olduğuna inanıyorum. Bu ülkede yaşayan insanların birbirlerinden başka dostu yok. İkinci dilin kimseye zararı olmaz. Biz üniversitede okurken Türk arkadaşlarımız mutlaka bir iki kelime Kürtçe öğrenirdi, en azından küfretmesini öğrenirdi; çünkü seviyorlardı. Ayrımcılık bugün çıktı. Kim kendini nasıl mutlu hissediyorsa öyle yaşasın. Bu bayrak hepimizin ortak paydası, ortak bayrağı. O kanın rengi sadece Türk kanı değil, içinde Ermeni kanı da var, Laz kanı da, Çerkez, Kürt, Arap kanı da. Bu kadar insan kaybettik. Bugüne kadar dökülen kanı geri getirmek mümkün değil, hiç olmazsa bundan sonra dökülmesin. Bence sorun, çözüm aşamasında.
link