22 Haziran 2017 Perşembe

Melekler namaz kılanın lehinde şahitlik yapacak

Namaz, Müslümanların dünyevi meşguliyetlerine mola vererek Allah’a yönelme, psikolojik olarak rahatlama çabasıdır. Allah Resûlü, meleklerin namaz kılanların lehinde şahitlik yapacaklarını ifade ediyor.


Namaz, bütün peygamberlerin Allah’a yönelişinin en somut ifadesidir. Peygamber Efendimize, “Şüphesiz benim namazım da, kurbanım da, hayatım da ölümüm de alemlerin Rabbi Allah içindir” demesi emredildiği gibi, HZ. İBRAHİM de, “Ey Rabbim! Beni ve soyumdan gelecekleri namazı devamlı kılanlardan eyle” diye dua etmişti. Hz. İsmail, halkına namazı ve zekatı emretmişti. Lokman, “Yavrucuğum! Namazı dosdoğru kıl” diye tavsiyede bulunmuştu. Allah, Hz. Musa’ya, “Bana kulluk et; beni anmak için namaz kıl” diye emretmiş, İsrailoğulları’ndan namaz kılma sözünü almıştı.

Kuran-ı Kerim’de kendilerinden övgüyle bahsedilen müminlerin özellikleri sıralanırken, onların “namazlarında huşu içinde olduklarının”, “namazlarını muhafaza ettiklerinin” ve “namazlarına devam ettiklerinin” altı ısrarla çizilir. Diğer taraftan namazı ciddiye almayıp ondan uzaklaşan, onu gösteriş için kılan ve kılarken de tembellik yapan kimseler yerilir.
Namazda acele etmemeli
Namaz, müslümanların dünyevi meşguliyetlerine kısa bir mola vererek Allah’a yönelme, psikolojik olarak rahatlama çabasıdır. Sahabeden Ebû Huzeyfe’nin naklettiğine göre, Peygamberimiz sıkıntılı bir işle karşılaşınca namaz kılardı.
Ne yazık ki çoğu zaman namazlarımızı “üzerimizden yük kalksa” diye isteksizce kılıyor, hakkını veremiyoruz. Namazda acele etmemeli, kıyam, kıraat, rükû, secde gibi rükünleri gerektiği gibi yerine getirmeliyiz. Nitekim Peygamber Efendimiz rüku ve secdeleri tam yapmayan kişiyi “namaz hırsızı” olarak nitelendirmiştir.
Kulun kıyamet günü, Allah haklarından ilk hesaba çekileceği ameli namaz, kul haklarından ise döktüğü kandır. Peygamber efendimiz şöyle buyurmuştur:
“Kıyamet gününde kulun hesaba çekileceği ilk ameli onun namazıdır. Eğer namazı düzgün olursa, işi iyi gider ve kazançlı çıkar. Namazı düzgün olmazsa, kaybeder ve zararlı çıkar. Şayet farzlarından bir şey noksan çıkarsa, Azîz ve Celîl olan Rabbi:  Kulumun nânamazları var mı, bakınız? der. Farzların eksiği natamamlanır. Sonra diğer amellerinden de bu şekilde hesaba çekilir.” (Tirmizî, Mevâkît, 188)
Sabah ve ikindi namazında
Meleklerin namaz kılanların lehinde şahitlik yapacaklarını Allah Resûlü şöyle ifade ediyor: “Bir takım melekler geceleyin, diğer birtakımı da gündüz vakti birbiri ardınca gelip sizin aranızda bulunurlar. Onlar Sabah namazı ile ikindi namazında bir araya gelirler. Geceleyin aranızda kalmış olanlar Allah’ın huzuruna çıkarlar. Allah Teâlâ, kullarının hâlini çok iyi bildiği halde, meleklere: Kullarımı ne halde bıraktınız? diye sorar. Melekler: Onları namaz kılarken bıraktık; yanlarına da namaz kılarken varmıştık, derler.” (Buhârî, Mevâkît, 16)
Normal şartlarda namazı kılamayacak olanlara dinimiz her türlü kolaylığı sağlamıştır. Su bulamayanlar, teyemmüm ederek; savaş hâlinde olanlar, güçlerinin yettiği şekilde; ayakta durmaya güçleri yetmeyen hasta ve özürlüler oturarak; buna da güçleri yetmeyenler, yatarak îmâ ile namazlarını kılabilirler.
İyi davranışlar ve erdemler, namaz sayesinde korunur. Namaz ihmal edildiği zaman ise, bu değerler de yok olmaya mahkûm olur. Bu bakımdan, yedi yaşından itibaren çocukların, anne babaları tarafından namaza alıştırılmaları tavsiye edilmiş; on yaşından itibaren ise ergenliğe hazırlık olması için düzenli bir şekilde namaz kılmaları adeta emredilmiştir (Ebû Dâvûd, Salât, 26).
Temcit pilavı

Hz. Bilal’in oruç tutacak olanları sahura kaldırmak için okuduğu ezandan hareketle Osmanlı döneminde sahur vaktini duyurmak için Allah’a hamd ve övgü, Peygamberine salat ve selam okunmuştur. “Temcit” adı verilen bu uygulamaya atfen dilimizde “temcit pilavı” şeklinde bir tabir oluşmuştur. Zira o günlerde akşamdan hazırlanmış pilavlar, sahur vaktinde temcitler okunurken çıkarılır, ısıtılır ve sahur yapılırdı. Osmanlı’daki bu geleneğin yerini daha sonraları, oruç tutanları uyarmak üzere caddelerde maniler eşliğinde davullar çalan Ramazan davulcuları almıştır.
Hz. Nuh’un duası

Ey Rabbim! Bana, anneme-babama ve evime mümin olarak giren herkese ve bütün mümin kadınlara ve erkeklere bağışlayıcılığını göster; zulüm işleyenleri her zaman helake uğrat!” (Nuh suresi, 28):
?
Bir ayet
“Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten sakının ve herkes, yarın için önceden ne göndermiş olduğuna baksın. Allah’a karşı gelmekten sakının. Şüphesiz Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. (el-Haşr, 59/18).
?
Bir hadis
“Bütün insanlar hata işler. Hata işleyenlerin Allah katında en makbul olanları tövbe edenlerdir.” (Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme, 15).
?
İKİ soru - İKİ cevap

- Bir kimse namaz kılmayan eşinden dolayı sorumlu mudur? 

İslam’a göre her birey kendi yaptıklarından sorumludur. Başkalarının yaptıklarından sorumlu değildir. Kuran-ı Kerim’de “Hiç bir günahkâr başkasının günahını çekmez. Eğer yükü ağır gelen kimse onu taşımak için (başkalarını çağırsa) onun yükünden hiç bir şey (alınıp) taşınmaz. Akrabası dahi olsa (kimse onun yükünü taşımaz).” buyrulur [Fâtır, 35/18]. İslam, her insanın bir iradesi ve seçme hürriyeti bulunduğunu ve bunun sonucu olarak yaptıklarından sorumlu olacağını bildirmiştir. Bir Müslüman ibadetlerini yerine getirmezse bunun hesabını Allah’a verecektir. Namaz dinimizin emrettiği ibadetlerin en önemlisidir. Bir kimse namaz kılmayan eşinin beş vakit namazını vaktinde eda etmesi için namazın faydalarını güzellikle anlatmalı; onu eğitip bilgilendirerek geçmişteki ihmalkârlığından ötürü tevbe etmesini sağlayıp, namaz kılmaya ikna etmeye çalışmalıdır. Güzellikle yapılacak tavsiyelere rağmen eşin namaz kılmamasının sorumluluğu tamamen kendisine aittir.

- Çocuklar için düzenlenen kırk çıkarma töreninin dinî dayanağı var mıdır? 

Bebeğin dünyaya gelişinin 40. gününü kutlamak amacıyla yapılan törenlerin dinî bir dayanağı bulunmayıp tamamen örfe dayalıdır. Bu sebeple geleneklerimizde yapılan böyle törenlere dinî bir anlam yüklememek ve bu uygulamaları vazgeçilmez bir görev gibi kabul etmemek yerinde olur.
Sokollu Mehmed Paşa Camii
İstanbul’un Fatih ilçesi Kadırga semtinde bulunan Sokollu Şehit Mehmed Paşa Camii ya da kısa adıyla Sokollu Camii, Mimar Sinan’ın Sadrazamlar için yaptığı en büyük ve gösterişli camiilerden biridir. Osmanlı döneminin en özgün külliye mimarisi örneklerinden olan yapı, Hacerü’l Esved’in taşlarıyla örülü tek cami olma özelliğine de sahip. Kâbe-i Muazzama’da bulunan Hacerü’l Esved muhafazaya alınırken çevresinden kopan 10 cm. büyüklüğündeki parçalar, caminin inşaatı sırasında getirilmiş ve caminin giriş kapısının üzerinde, mihrabın üst orta kısmında, minber giriş kapısının üzerinde ve minber kubbesinde olmak üzere dört ayrı noktaya altın çerçeve ile gömülmüş. Cami, Sultanahmet Camii’ne sadece birkaç yüz metre uzaklıkta, Kadırga’ya inen yokuş üzerinde, içerisinde barındırdığı Müslüman âlemi için paha biçilmez değerlerle ziyaretçilerini bekliyor.
Camideki saklı güzellik
Yapıldığı günden beri deprem, yangın gibi hiçbir doğal afetten zarar görmeden, her dönem ibadete açık biçimde günümüze gelmeyi başarmış bir yapı Sokollu Camii. 1571 tarihli Mimar Sinan imzalı bu zarif eser, Sokollu Mehmed Paşa tarafından, eşi ve aynı zamanda 2. Selim’in kızı Esmehan Sultan’a ithafen yaptırılmış. Dış avlusu olmayan caminin iç avlusuna kuzey kapısından merdivenlerle giriliyor.
Merdivenlere atılan ilk adımda bu sevimli caminin sıcak ve davetkâr görünümü insanı büyülüyor. Küçük avlunun üç tarafı revaklar ve üzerleri kubbeli 16 medrese odasıyla kuşatılmış. bugün bu odalar Kuran kursu olarak işlevini sürdürüyor. Tek minareli küçük bir cami olmasına rağmen, Mimar Sinan’ın ustalık dönemine denk geldiği için yapının her yerinde bir özen göze çarpıyor. Revakları kubbeye bağlayan kemerler önemli bir mimari tarzı simgelediklerini adeta haykırıyor. Merdivenli girişin üzerindeki dershane, avlunun ortasındaki sütun ve mermer şebekeleri sanatkârane işlenmiş kubbeli şadırvan, avluya değişik bir hava veriyor.
Mimar Sinan, bu camide klasik devir altıgen planını tekrar fakat daha da üretken bir biçimde uygulamış. Altı ayak üstünde yükselen kasnağa oturmuş merkezi kubbe ana mekânı kaplıyor. Büyük kubbenin iki yanında ikişer kubbeyle örtülmüş ve bayanlara ayrılmış bölümler bulunuyor.
Mihraptan tavana
Cami içerisindeki benzersiz özelliklere sahip çiniler, diğer hiçbir camide görülmeyen biçimde; mermer mihraptan tavana kadar olan bölümde, minber külâhının üzerinde, pencere alınlıklarında ve kubbe kemerlerinde kullanılmış. Süslemede çini bolca kullanılmış ama bu kullanım mimariyi ezecek boyuta ulaşmamış. Sinan’ın, Süleymaniye Camii’nde akustik keşfinde nargileden faydalandığı bilinen bir konudur. Tasarım etabında akustiğe büyük önem veren, detaylı hesap ve planlama sonucu oluşan tasarımı uygulayan büyük mimar, bu camideki akustik meselesini de boş küplerle çözmüş. Kubbe kasnağı üzerinde bulunan oyukların içine küpleri gömmüş. Mekân içindeki tüm sesi, bu küplerle kubbede toplamış.
Sokollu Mehmed Paşa adına yapılan 4 cami daha bulunmaktadır. Bu camilerden biri İstanbul Beyoğlu’nda Azapkapı‘da, biri Büyükçekmece’de,  biri lüleburgaz’da, diğeri de Hatay’ın Payas ilçesindedir.

Milletimiz uyuşturularak öldürülüyor!

BM Uyuşturucu ve Suç İle Mücadele Dairesi (UNODC), Türkiye ve dünyanın uyuşturucu raporunu açıkladı. Sentetik uyuşturucu kullanımı sonucunda yaşanan ölümlerde Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada olurken, en yaygın olarak kullanılan uyuşturucu ise bonzai olarak açıklandı. Dünya nüfusunun yüzde 5’lik dilimi yani 250 milyon kişi, en az bir uyuşturucu madde kullanmış oluyorken, dünya genelinde 183 milyon kullanıcıyı batağına çeken esrar ise en yaygın uyuşturucu olarak kayıtlara geçti. Dünyada uyuşturucuya bağlı ölümler önceki yıllara kıyasla sabit kalarak, 207 bin olarak ifade edildi. Eroin son iki yılda Kuzey Amerika, Orta ve Batı Avrupa’da hızla tırmanışa geçti.

Genellikle genç nesilleri hedef alan ve Türkiye’nin korkulu rüyası haline gelen bonzai, neredeyse her gün bir can almaya devam ediyor. BM’nin hazırladığı verilere göre hazırlanan uyuşturucu raporunda; Türkiye, sentetik uyuşturucu kullanımında ölümlerin en çok yaşandığı ülke olarak birinci sırada yerini aldı.

“ŞİFRELERİN” FARKINDA OLUNMALI

11 yaşına kadar düşen uyuşturucu bağımlılığı, ailelerin korkulu rüyası oldu. Uyuşturucu kullanan çocukların, gizli kelimelerle anlaştığı ve bu sayede ailelerinin dikkatini çekmediği ortaya çıkınca narkotik polisi tarafından aileleri uyarmak için 70 kelimelik bir sözlük hazırlandı.

DİKKATLİ OLUNMALI...

Uyuşturucu batağına düşmüş çocuklar için “gökkuşağı, cennet, fişek” kelimeleri uyuşturucu hap ve bonzai anlamına gelirken, ecstasy için “kamyon şoförleri, beyaz kumrular, pıt, yardımcı pilotlar, 007, pilot, uçuş”, bonzai için de “çimen, fişek, ice, ölüm tribi, beyin fırtınası” kelimeleri kullanılıyor. Ailelerin bu tehlikeye ve “şifreli kelimelere” karşı çok dikkatli olması gerekiyor.

UYUŞTURUCUYA DEV DARBE!

Ankara Emniyet Müdürlüğü ekipleri, 6 aylık çalışmanın ardından gerçekleştirdiği dev narkotik operasyonuyla zehir tacirlerine ağır darbe vurdu. 200’e yakın gözaltının gerçekleştirildiği operasyonun Türkiye rekoru olduğu ifade edildi. Operasyonda 2 kilo 169 gram esrar maddesi, 417 adet uyuşturucu hap, 90 paket satışa hazır eroin maddesi, 46 paket satışa hazır taş kokain, 12 paket satışa hazır sentetik kannabinoid maddesi, 13 adet tabanca, 10 adet pompalı tüfek, 30 adet 9 mm tabanca mermisi ele geçirildi.

“AİLELERE EĞİTİMLER VERİLMELİ”

Psikolog Kerem Gümüş: “Her şeyde olduğu gibi madde bağımlılığında da en büyük etkenlerden biri yine ailedir. Gençlerden ziyade öncelik olarak anne babaların madde bağımlılığı noktasında ciddi bilgilendirme alması gerekir. Zira anne baba tarafından yeterli düzeyde duygusal gereksinimleri karşılanmayan çocukların madde bağımlılığına eğilim oranı maalesef ki yüksektir. Ailenin madde kullanımı noktasında sınırları iyi belirleyip, toleransı çok düşük olmalıdır. Öbür türlü çocuğun modaya, medyaya, arkadaş çevresine uyabilen bir çocuk olması işten bile değildir.”

“70 KELİMELİK UYUŞTURUCU SÖZLÜĞÜ HAZIRLANIYOR”

Uyuşturucu kullanan çocukların, gizli kelimelerle anlaştığı ve bu sayede ailelerinin dikkatini çekmediği ortaya çıkınca narkotik polisi tarafından aileleri uyarmak için 70 kelimelik bir sözlük hazırlanmaya başladı. Uyuşturucu batağına düşmüş çocuklar için, “gökkuşağı, cennet, fişek” kelimeleri uyuşturucu hap ve bonzai anlamına gelirken, ecstasy için ise “kamyon şoförleri, beyaz kumrular, pıt, yardımcı pilotlar, 007, pilot, uçuş” , bonzai için de “çimen, fişe, ıce, ölüm tribi, beyin fırtınası” kelimeleri kullanılıyor.

“UYUŞUYORUZ”

Türkiye’de her geçen yıl artan uyuşturucu kullanımı ise artık çok tehlikeli bir boyut almaya başladı. BM Uyuşturucu ve Suç İle Mücadele Dairesi (UNODC) verilerine göre, sentetik uyuşturucu kullanımı sebebiyle yaşanan ölümlerde Türkiye, Avrupa ülkeleri arasında birinci sırada…  2015 yılı verilerine göre 580 kişi yüksek dozda uyuşturucu kullanımı nedeniyle hayatını kaybetti. Sentetik uyuşturucunun en yaygın olarak kullanılanı bonzai olurken, bu uyuşturucunun ucuz ve temin edilebilir olması ölümlerin artmasına alt yapı sağlıyor.

HABERLERDE DAHİ ARTIŞ VAR

Medyanın sürekli gündeme taşıdığı uyuşturucu belası için 2017 yılının ilk 6 ayında, 39 bin 896 haber yapıldığı gözlemlenirken, geçtiğimiz yılın 6 aylık kısmında ise bu rakam 32 bin 379’du. Son yıllarda yaygın bir biçimde kullanılan ve ölümlere sebebiyet veren bonzai hakkında ise altı ayda 4 bin 889 haber yapıldı.

ANKARA OPERASYONU, ‘TÜRKİYE REKORU’

Daha dün, Ankara’da ‘Türkiye’nin en büyük uyuşturucu operasyonu’ yapıldı. Ankara Emniyet Müdürlüğü ekipleri, 6 aylık çalışmanın ardından gerçekleştirdiği dev narkotik operasyonuyla zehir tacirlerine ağır darbe vurdu. 200’e yakın gözaltının gerçekleştirildiği operasyonun Türkiye rekoru olduğu ifade edildi. Operasyonda 2 kilo 169 gram esrar maddesi, 417 adet uyuşturucu hap, 90 paket satışa hazır eroin maddesi, 46 paket satışa hazır taş kokain, 12 paket satışa hazır sentetik kannabinoid maddesi, 13 adet tabanca, 10 adet pompalı tüfek, 30 adet 9 mm tabanca mermisi ele geçirildi.

“AİLELERE EĞİTİM VERİLMELİ”

Uyuşturucu bataklığına kaptırdığımız gençlerimiz için açıklamalarda bulunan Psikolog Kerem Gümüş, en önemli detayın aile olduğunu söyledi ve ailelere eğitimler verilmesi gerektiğini belirtti. Gümüş, “Her şeyde olduğu gibi madde bağımlılığında da en büyük etkenlerden biri yine ailedir. Gençlerden ziyade öncelik olarak anne babaların madde bağımlılığı noktasında ciddi bilgilendirme alması gerekir. Zira anne baba tarafından yeterli düzeyde duygusal gereksinimleri karşılanmayan çocukların madde bağımlılığına eğilim oranı maalesef ki yüksektir. Ailenin madde kullanımı noktasında sınırları iyi belirleyip, toleransı çok düşük olmalıdır. Öbür türlü çocuğun  modaya, medyaya, arkadaş çevresine uyabilen bir çocuk olması içten bile değildir” diye konuştu.

“GENÇLER SAHİPSİZ BIRAKILIYOR”

Eğitimci-Yazar İbrahim Veli, “BM raporuna göre, yetişkin nüfusun yaklaşık yüzde 5’i, bir başka deyişle 15-64 yaşları arasında yaklaşık 250 milyon kişinin 2014 yılında en az bir uyuşturucu madde kullandığı gerçeği dünya gençliğinin sahipsiz bırakıldığının bir göstergesidir. Gençler bu durumda sürüklenmekte ve bağımlılıkla bu durumu aşmaya çalışmaktadır. Dünya ile olan hızlı entegrasyon ülkemiz açısından gençlerimizin durumu da aynı oranlara sürüklemektedir” ifadelerini kullandı.

KAYNAK

20 Haziran 2017 Salı

Şanlıurfalı antikacılar tarihe ışık tutuyor

Şanlıurfa merkez Eyyübiye ilçesinin tarihi çarşılar bölgesinde yer alan antikacılar, Osmanlı döneminden ve geçmişte Şanlıurfa’da yaşamış Ermenilerden kalma, bulundurdukları antika eşyalar ile adeta tarihe ışık tutuyor.
İçerisinde 200 yıldan 400 yılla kadar kap kacak antika malzemelerin bulunduğu dükkanlardaki esnaf, ürünleri genellikle turistlerin aldığını belirtti.
Tarihi çarşılar bölgesinde 30 yıldır çalışan bakırcı esnafı Celal Palalıoğlu, Şanlıurfa’da yaşayan Ermenilere ait yaklaşık 150-200 yıllık antika eşyaların kendilerinde mevcut olduğuna dikkat çekerek, “30 yıldır bu işin içerisindeyim. Bakır tepsiler, bakır mırra cezveleri, antika bakır siniler, mangal, kömürle çalışan ütü ve eskiden evlerde kullanılan bakırdan kap kacak türü malzemeler burada bulunuyor. 200 yıllık, 150 yıllık antika malzemeleri burada bulabilirsiniz. Değişik yıllara ait birçok ürün burada mevcuttur. Ermenilerden kalan antikalar var. Gaz lambaları ile üzerinde mührü olan cezve gibi birçok eşya var” dedi.

OSMANLININ MERHAMET KILICI DA VAR
Osmanlı zamanından kalan ve savaşlarda da kullanıldığı bildirilen yaklaşık 400 yıllık merhamet kılıcının olduğunu belirten antikacı Celal Palalıoğlu, “Osmanlının merhamet kılıcı da bizde bulunuyor. Yaklaşık 400 yıl önce savaşlarda kullanılmış. Bu kılıç çelikten yapılmış ve ismi de merhamet kılıcıdır” şeklinde konuştu.

KAYNAK

UNICEF’in eğitim raporuna farklı bakmak

Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu UNICEF'in İtalya'da bulunan Innocenti Araştırma Ofisi, geçen hafta "Geleceği kurma: Çocuklar ve Zengin Ülkelerde Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri" adlı raporu açıkladı.
BM araştırmasında, aralarında Türkiye'nin de yer aldığı ortalama refah düzeyi orta ve yüksek seviyedeki 41 ülkedeki çocukların durumu mercek altına alınmış.
UNICEF tarafından çocukların yaşam koşullarına yönelik birçok kategoride hazırlanan ülkelerin performans raporuna göre Türkiye, genel sıralamada 41 ülke arasında 36'ncı sırada yer almış. Araştırma toplam dokuz kategoride yapılmış. Bu kategorilerden en dikkat çekici olanı ise, "Quality Education" (Eğitim kalitesi). Bu kategoride ise Türkiye son sırada yer almış. "Zero Hunger" (Sıfır Açlık) kategorisinde ise 41 ülke arasında 40'ıncı sıradayız. Ancak farklı kategorilerde farklı sonuçlar ortaya çıkmış. Mesela Türkiye"Responsible consumption and production" (Sorumlu Tüketim ve Üretim)kategorisinde 41 ülke arasında üçüncü sırada yer alırken, Decent work an economic growth (Uygun İş ve Ekonomik Büyüme) kategorisinde de 22'inci sırada yer almış.
Norveç, Danimarka, Finlandiya ve Almanya gibi ülkelerin araştırma sonuçlarına göre listenin ilk sıralarında yer aldığı görülüyor. Listenin ilk sıralarında yer alan ülkelerin İskandinav ağırlıklı, gelir seviyesi yüksek, müreffeh Kuzey Avrupa ülkeleri… Latin, Balkan ve Asya ülkeleri ise sıralamada alt sıraları birbirleriyle paylaşıyorlar.
Türkiye'nin sıralamadaki yerinin altını sürekli çizerek bu raporların haberleştirilmesi PISAraporlarının sunumlarından da aşina olduğumuz medyatik bir tutum. Ne var ki sıralamanın her şeye muktedir olmadığı noktalar da var. Bunları görebilmek için ise raporların daha derinli bir şekilde incelenmesi gerekiyor kuşkusuz. Bir de farklı bir gözle okunması tabii. Belki bu vesileyle bu sistemin içinde ve bu sistemin genel yönelimi dikkate alındığında birinci ve sonuncu olmanın anlamı üzerine de bir sorgulama da yapabiliriz böylece.
Mesela, UNICEF'in Innocenti Araştırma Ofisi'nin Başkanı Sarah Cook, araştırmaya ilişkin yaptığı açıklamada raporun bir "uyarı" olduğunu ve zengin ülkelerde de tüm çocukların yüksek gelir ve ekonomik gelişmelerden otomatik olarak faydalanamadığını açıkça ortaya koyduğunu söylemiş. Cook ayrıca hükümetleri çocuklar arasındaki refah eşitsizliğini gidermek için gerekli tedbirleri almaya çağırmış.
Bakın, bu gelen bilgiyle birlikte durum biraz daha değişiyor.
Demek ki sıralamada 1. olmak her şeyi çözmüş olduğunuz anlamına gelmiyor. Raporun eğitim düzeyi kategorisine biraz daha dikkatle bakınca ne demek istediğimiz anlaşılacak. Raporda en başarılı eğitim sistemine sahip olduğu kabul edilen Finlandiya ve Japonya'da bile 15 yaşındaki gençlerin beşte birinin okuma ve hesaplama konusunda asgari becerilere sahip olmadığı vurgulanıyor.
Hani o dillere destan Finlandiya eğitim sistemi vardı! İşte orada 15 yaşındaki gençlerin beşte biri okuma ve hesaplama becerisine sahip değilmiş! Keza Japonya!
Sadece eğitim alanında değil diğer alanlarda da tıpkı Sarah Cook'un söylediği gibi “uyarı” mahiyetinde sonuçlarla karşı karşıya kalınmış. Sağlık alanındaki sonuçlar endişe verici mesela. Buna göre 11-15 yaşları arasındaki obez çocukların sayısı 41 ülkenin çoğunda artış göstermiş. Aynı şekilde kendi verilerine göre haftada en az iki defa psikolojik sorunlardan muzdarip olduğunu bildiren çocuk ve gençlerin sayısında da artış kaydedilmiş. Bunlar toplam verilerde görülen artışlar. Yani bunun içinde İskandinav'ı da var, Kuzeyi de var Güneyi de…
Ülke bazında ölçtüler mi bilmiyorum ama bu “psikolojik sorunlardan muzdarip olduğunu bildiren çocuk ve gençlerin” oranı, eğitim kalitesi kategorisinde sonuncu sırada yer alan Türkiye'de bir Norveç ya da Almanya, yani aynı kategoride listenin başında yer alan ülkelerle mukayese edildiğinde şaşırtıcı biçimde düşük çıkabilir. Bu da 1. olmak ve sonuncu olmak üzerine bir sorgulama fırsatını önümüze çıkarabilir yeniden. Bu sorgulama kuşkusuz “yönelimin” sorgulanmasına davet içermeli.
Aynı üretim ve kalkınma modelleri ile yol almaya çalışan ülkeler, eğitim ve sağlık başta olmak üzere birçok alanda büyük sıkıntılar yaşıyorlar. Aynı ekonomik gelişim teorilerine bel bağlayan, aynı zorunlu eğitim modeline bağlı olan ülkeler bunlar. Daha geçenlerde zorunlu eğitimi 13 yıla çıkaracağımız açıklandı mesela. Yeri gelmişken söyleyelim: kutsal inek muamelesine tabi tutulup allanıp pullanan tartışmaktan bile korktuğumuz zorunlu eğitimin karnesi de bu işte!  
Öte yandan bu ülkelerin hepsinde eğitim bahsinde istatistiklere yansımayan farklı sorunlar da var ayrıca. Küresel sert dalgalar yerelde kültürleri istikrarsızlaştırdı, dijital devrim üzerinden gelen başkaca bir dalga kıyameti haber verir gibi “post-kültürel döneme hazır olun!” diyor adeta!
Bütün bu meseleler içinde kafası en rahat ülke yine de Türkiye! Demirel'in öğüdü herkesi cezbetti. Meseleleri mesele etmeyerek mesele olmaktan çıkarıyoruz! Eğitim, kültür, dijital devrim ve sonuçları… Başka ülkeler düşünsün bir zahmet!

19 Haziran 2017 Pazartesi

Evlilik sadece duygusal bir durum değil aynı zamanda bir akit yani sözleşmedir…

Bu sorunun cevabını tabi ki biliyoruz. Zira Allah’ın emri ile evleniyoruz. Bu kısmı hepimiz kabul ediyoruz fakat birçok eylem ve tutumumuz, maalesef bunun aksini gösteriyor.
Zira bazılarımız evlenmiyor. Aradığı şartları bulamadığını ya da elektrik alamadığını söyleyen çok. Bazıları ise geç evleniyor. Okul, iş, kariyer, aile, aradığı şartları bulamama veya daha başka sebepleri ise buna gerekçe olarak gösteriyor çoğu.
Bazıları ise evliliği yürütemiyor veya yürütse de eşine zulmediyor. Zulmü sadece siyasi veya askeri yahut ekonomik olarak görüyoruz bazen. Oysa Allah’ın emrine veya kul hakkına aykırı her iş, zulüm.
Bu yazımızda evlilik ile alakalı bazı kavramlara birkaç cümle ile değinmek istiyoruz.
 
Evlilik, sünnettir. Bazı şartlarda ise vacip olur. Yani her halükarda nikâh, bir tercih değil Allah ve Resulü’nün emridir. Bir başka ifade ile evlilik, sadece sevgi veya arzu meselesi değildir.
Yine haramdan korunmak ve neslimizi devam ettirmek için evleniriz. Böylece de Allah’ın emrini yerine getirmenin karşılığını dünyada bu şekilde almış oluruz. 
 
Aile fertlerine gösterdiğimiz ilgi ve merhametin karşılığında Mevla da bize dünyada da ahirette de merhamet edecektir. Aile fertlerinin iaşesini temin etmek ise hem en büyük sadakadır hem de rızkın artmasına vesile olan bir berekettir. 
Aile fertlerinden çektiğimiz eza ve cefa, bazı günahlarımızın kefaretidir ve ayrıca ahrette derecemizin artmasına da vesiledir.
Evlilik, bir akit yani anlaşma ve sözleşmedir. Yani duygusal bir tutum veya başka bir şey değildir. 
 
Bu durumda evliliğin gereklerini yerine getirmek bir tercih meselesi değildir. Zira her akit, hak ve sorumlulukları doğurur. Bu durumda eşlerin ve tüm aile fertlerinin, birbiri üzerinde hakkı ve birbirlerine karşı sorumlulukları oluşur. Yani canımız istediğimiz zaman baba ya da eş; istemediğimiz zaman da başka biri olamayız. Akit devam ettiği sürece, vazife ve haklar da devam eder.
 
Akitlerin gereğini yapmamak hem isyan yani günah, hem kul hakkı hem de emanete ihanettir. İhanet ve zulüm, cezası hem dünyada hem de ahrette çekilecek günahlardandır. Ve asıl acı olan, hain ve zalime dünyada verilen ceza, ahretteki cezayı hafifletmemektedir. 
Evlilik bir akit yani anlaşma olduğuna göre asgari şartlar oluştuğunda evlilik de gerçekleşir. Yani mükemmel bir eş veya mükemmel şartlar diye bir şey söz konusu değildir. İnsan, karşısına çıkan şartları en iyi şekilde değerlendirmekle mükelleftir. Asgari şartlar elde edildikten sonra daha fazlasını aramak, vakit kaybıdır. Her iş için aynı durum geçerlidir. Şartlar elde edildikten ve karar verildikten sonra bu kararın gereğini yapma sorumluluğumuz vardır ve her sorumluluktan da hesaba çekileceğimizi unutmamalıyız. 
 
Bu durumda evlilik akdinin sona ermesi de yine bu hak ve sorumlulukların ihmali durumunda meşru ve makul olur. Aksi halde duygusal ya da indî sebepler, akdin sona ermesini makul göstermez. Ticaret veya diğer sözleşmelerde de aynı kaide geçerlidir. “Bugün kendimi iyi hissetmiyorum” gibi bahanelerle, ticari anlaşmalar ve sözleşmelerden vazgeçmek, adamlık değildir.
 
Son olarak sevgi, aşk ve merhamet kelimelerine dair de birkaç söz söylemeyi arzu ediyoruz. Sevgi, hem iman hem de evlilik için gereklidir. İman etmek irâdî bir durumdur ama imandan zevk almak, hadisi şeriflerde meşru görülmüş hatta emredilmiştir. Yine Allah ve Resulü’nü severiz. Eşimizi ve çocuklarımız sevmek de tavsiye edilmiş ve meşru görülmüştür. Ancak hak ve sorumluluğun geçerli olmadığı bir sevgi ancak aşk veya kuruntudur. Aşk ise abartıdır ve tutkudur. Bazen de hak ve sorumluluktan uzak bir sevgi, bencillik veya kibir olur. Özetle, sorumluluklarımıza riayet etmediğimiz zaman sevgi, zulme dönüşmektedir. Ve böyle bir sevgi iddiası ancak bir hayal ya da yalandan ibarettir.
 
Merhamet de hak ve sorumluluğa mani değildir. Ayrıca yanlışa göz yummak ya da zulme tahammül etmek, merhamet değildir. Bilakis zulüm ve günah cehenneme götürdüğü için; zalime engel olmamak ya da vazifelerin ihmal edilmesine göz yummak, bu kişiye en büyük merhametsizlik olur.
 

avrupa-arastirma-konseyi-goc-arastirmalari-kitapcigi-yayimlandi

http://www.yok.gov.tr/documents/10279/30380731/Ek_Goc_arastirmalari_Kitapcigi.pdf/

Bin Yıllık Kültür Yeniden Canlandırılıyor

Çan’ın tarih sayfalarında zamanla kaybolmuş değerlerini gün yüzüne çıkarmayı alışkanlık haline getiren Çan Belediyesi, bu kez de Çan’ın tarihi el dokuma halılarına hayat veriyor.

3 yıl önce tarihi Çan el dokuma halısını canlandırmak, hem yerel kültürel değerlerine hem de Çan ekonomisine yeniden kazandırmak için başlatılan çalışmalar bu gün meyve vermeye başladı. Yerel halka Çan halısının el tezgâhlarında dokuma eğitiminin verilmesiyle başlayan ilk çalışmalardan bu güne değin onlarca kursiyer Çan Belediyesi ve Çan Halk Eğitim Merkezi’nin birlikte hareket ederek faaliyete geçirdiği eğitim kurslarına katıldı. Kursiyerlerin halı dokumacılığını benimsemesi ve devam ettirmesi hatta her geçen gün el dokumacılığa yönelik merakla da birlikte hem kursiyer sayısında hem de el dokuma halıların üretiminde ciddi bir artış oldu.
Çan’ın tarihi geleneksel el dokuma halılarına artan rağbetin etkisi ve Çan Belediyesi tarafından hayata geçirilen projelerle tarihi Çan Halısı dokumacılığı gelişirken dokuma yapanlar için de aynı zamanda bir gelir kapısı açılmış oldu. Ortalama bir halının 5 ila 6 ayda dokunması ise ince el işçiliğinin ve alın terinin en bariz kanıtı niteliğinde. Son olarak Çan Belediyesinin Avustralya Konsolosluğu ile birlikte yürüttüğü çalışmanın sonucunda ise Geleneksel Çan Halısı Dokuma Atölyesine 10 adet yeni el dokuma tezgâhı daha kazandırıldı. Düzenlenen teslim töreninde Çan Belediye Başkanı Abdurrahman Kuzu ve Avustralya Çanakkale konsolosu Dylan Wallsh, halı dokuma atölyesini ziyaret ederek incelemelerde bulundular.10 adet yeni el dokuma tezgâhının kurdele kesiminde konuşan Çan Belediye Başkanı Abdurrahman Kuzu; “Orta Asya bozkırlarından günümüze uzanan bir hikâyesi var aslında Çan halımızın. Geleneksel Çan halımız ve kilimlerimiz, yirminci yüzyılın başlarında dahi bu bölgede tanınan ve bilinen bir figürdü. Sonrasında sanayileşmenin etkisiyle bu anlamda da bir azalma oldu. Çan belediyesi olarak yerli ve milli olan Çan halısı ve kilimini tekrar canlandırmak için bu atölyemizi kurduk ve Çan halk eğitim merkezimizle birlikte de el dokuma halısı kursumuzu açtık. Tarihi Çan halımızı canlandırmak için başladığımız çalışmalarımızın ilk günlerinden bu yana oldukça hızlı bir ivme kat ettik. Gelip bu işi öğrenmek isteyenlerin sayısı oldukça arttı. Çan Halımızı elleriyle dokuyan kadınlar bu halıları ekonomik gelire dönüştürme imkânı da buldu. Bizler de belediye olarak her zaman onların yanın yer aldık. Tarihi Çan halımıza artan taleple bu çalışmalarımızı geliştirmeye devam ettik. Şuan an da Avustralya konsolosluğu ile birlikte gerçekleştirdiğimiz çalışmalar neticesinde 10 adet daha el dokuma tezgâhını atölyemize kazandırdık. Ben huzurlarınızda Avustralya Çanakkale konsolosu Dylan WALLSH beyefendiye ilgi ve destekleri için teşekkür ediyorum. Şuan hedefimiz Çanımızda tüm bölgeden alıcıların geldiği haftanın belirli günlerinde kurulan halı pazarını da tekrardan canlandırmak hatta inşallah uluslararası pazara açılabilecek bir potansiyele dahi sahibiz.” dedi.

Japon Bilim Adamı Ohsumi ve ORUÇ

Malumunuz olduğu gibi 2016 Nobel ödülünü "hücresel bileşenleri ayrıştıran ve geri dönüştüren temel bir süreç olan otofajinin altında yatan mekanizmaları keşfedip açığa kavuşturan" Japon Prof. Yoshinori Ohsumi kazandı.

Otofaji; açlıklarda hücrenin yaşlanmış ve bozulmuş yapılarının, hücrenin kendi lizozomu tarafından yenilmesi ve sindirilmesidir.

Nobel ödüllü araştırmaya göre; 3 günlük oruç yaşlılarda bile vücudun bağışıklık mekanizmasını komple yenileyerek vücudun dinçleşmesini sağlıyor.

2016 Nobel Tıp Ödülü'ne hücrelerin kendi kendini sindirmesi olarak bilinen otofaji alanındaki çalışmaları nedeniyle lâyık görülen Japon bilim adamı, bu çalışmaları ile orucun insan sağlığına iyi geldiğini bilimsel olarak da ispatlamış oldu.

Ancak hiçbir ibadet, fayda ve avantajlar için yapılamaz ve yapılmamalıdır. Bu hârika avantajlar Rabbimizin bizlere peşin ve avans olarak bahşettiği eşantiyonlarıdır.

Bazı diyet uzmanları tarafından oruç diyetleri eleştirilse de, araştırmaya göre vücudu aç bırakmak, kök hücreleri tetikleyerek yeni akyuvar üretilmesine yol açıyor. Bağışıklık sistemleri yaşlılık nedeniyle zayıflamış ve basit hastalıklara karşı bile dirençsiz kalmış yaşlılarda da bu oruç faydalı oluyor. Açlık vücuttaki kök hücrelerindeki bir düğmeyi aktif hale getirerek vücudun bağışıklık sisteminin kendini yenilemesini gerçekleştiriyor.
İlgili açıklamalardan bazıları:

Hücreler de insanlar gibi çalışıyor. Hücreler bize benzemeseler bile bazı durumlarda aynı insanlar gibi hareket ediyorlar. Mesela oruç tutarken ya da periyodik uzun açlıklar sırasında, çöplerini özel torbalara dolduruyorlar (otofagozomlar), ve konteynerlere depoluyorlar (lizozomlar). En kirli olanları yok edilip sindiriliyor, bazıları da yeniden dönüştürülerek enerji üretiminde kullanılıyor. Otofaji vücut stres altındayken çok daha fazla çalışıyor.

1990'lı yılların başından itibaren otofajiyle ilgilenen Japon bilim adamı Prof. Dr. Yohsinori Ohsumi, Nobel ödülü almasına neden olan bu çalışmasında, oruç ile uzun süreli açlık esnasında beynimiz hummalı bir faaliyet gösterirken, sağlıklı hücrelerde diğerlerini yok ederek vücut beslenmesine devam ettiğini bilimsel olarak ispatlıyor.

Osumi'nin çalışmasıyla ilgili Nobel tarafından yapılan açıklamada, "Ohsumi’nin keşifleri, hücrenin içeriğini nasıl ayrıştırdığını anlamamızı sağladı. Bunun yanı sıra araştırmalar, otofajinin açlığa adapte olma ya da enfeksiyonlara verilen cevap gibi birçok fizyolojik süreçteki temel önemini anlamamıza da yardımcı oldu. Otofaji genlerindeki mutasyonlar, hastalıklara neden olurken otofajik süreçler, kanser ve nörolojik hastalıklar gibi bazı vakalarda önemli rol oynamaktadır" ifadeleri kullanıldı…

Otofaji mekanizması insanlarda dâhil olmak üzere, bütün canlılarda mevcut bir yapıdır. Otofaji vücudumuz için ise oldukça faydalı. Otofaji sayesinde hücreler ihtiyaç duymadıkları artık maddelerden hatta gereksiz enerjiye sebep olabilecek fazla hücrelerden temizlenebiliyor. Bu sayede vücudumuz erken yaşlanmayı bile engelleyebiliyor...

Bir başka deyişle açlık; vücuttaki kök hücrelerdeki bir düğmeyi aktif hale getirerek, vücudun bağışıklık sisteminin yenilenmesini gerçekleştiriyor.

Te’yid anlamında bir başka araştırma: “Orucun kök hücrelere etkisi nedir?”

Kaliforniya Üniversitesi Gerontoloji ve Biyolojik Bilimler Profesörü Walter Longo; orucun kök hücrelere "Aktif Ol" emri vererek, onların bağışıklık sistemini yenilediğini savunuyor. Bu olayın en can alıcı kısmı ise vücut bağışıklık sistemini yenilemek için harcayacağı enerjiyi, tamamıyla gereksiz hücre ve atıkları yok ederek sağlıyor.

Uzun süreli açlık hali elbette glikoz ve yağ depolarının kullanması sebebiyle vücudu zorlayacaktır. Ancak aynı zamanda beyaz kan hücrelerinin (lökosit) büyük bir kısmını yok ederek, kök hücre bazlı rejenerasyonu tetikleyecek ve yeni bir bağışıklık sistemi oluşturacaktır. Oruç döngüleri; kemoterapi ya da yaşlanma nedeniyle aşırı hasar görmüş bir sistemde bile, oldukça etkili bir yöntem oluyor. Bu durumlar da bile vücut normal bir birey gibi, yeni bir bağışıklık sistemi oluşturabiliyor.

Oruç kanser hücrelerini azaltıyor: Kanserli hastalar için hayat kurtarıcı etkiye sahip olan kemoterapi, hastaya faydasının yanı sıra oldukça zarar veren de bir yöntem olarak biliniyor. Elbette bu zararın temel sebebi olarak vücudun bağışıklık sistemini önemli miktarda çökertmesi gösteriliyor. USC Norris Kanser merkezi asistan Profesör Tanya Dorff’a göre araştırma sonuçları, uzun süreli açlığın “72 saat” kemoterapinin zararlı etkilerini büyük miktarda azaltıyor.

Profesör Walter Longo’nun yaptığı araştırma sonuçları; uzun süreli oruç sırasında kanser riskini ve tümör büyümesini arttıran bir hormon olarak bilinen PKA enziminin de vücutta azaldığını tespit etmiştir. Doktor Longo ise bu durumu şu şekilde açıklıyor.

-“Uzun süreli açlık süresince vücut hücreleri, azalan enerjiyi korumaya çalıştıkları için öncelikli olarak hasarlı ve çok verimli olmayan bağışıklık hücrelerini yok etti.” …

Bunun yanı sıra Longo, daha fazla gerçekleştirilen klinik deneyler sonucunda uzun süreli açlığın sadece bağışıklık sistemini değil, diğer organ ve sistemleri de olumlu etkileyeceğinin kanıtlanabileceğini savunuyor.

Evet, Yüce Rabbimiz Bakara Sûresi 216’da olduğu gibi “..Sizin hakkınızda hayırlı olanı Allah bilir, siz bilemezsiniz” buyurması, bizlere önemli bir ikazdır.

Kur’ânda Yüce Rabbimiz; Oruç ve diğer ibadetlerimiz hakkında, Otofajiyi veya diğer avantajları anlatacak değil yâ. “Şunu-bunu yapmanız sizin için daha hayırlıdır” buyurması bizlere yetmiyor mu? Zaten her tür ibadetler, sırf Allah rızası için yapılmalı, değil miydi?

Abdestteki, gusüldeki, namazdaki, oruçtaki, zekâttaki ve tüm ibadetlerdeki hârika avantajlar, ilâhî eşantiyonlardır.

Bir ilâç; terkibi bilinmediği halde şifaya vesile olduğu gibi, bu avantajlar bilinmese de şifaya vesile olacaktır. Üstelik de İHLÂS zedelenmeden.

Bunların kısmen de olsa bilinmesi ise Tevhîde, Tefekküre ve azamî ŞÜKRE vesiledir…

KAYNAK

18 Haziran 2017 Pazar

Eski Geleneklerine Göre İftar Yapıyorlar

Eskişehir Seyitgazi ilçesinin Kümbet Mahallesi'nde vatandaşlar, eski geleneklerine sahip çıkarak her gün bir aile tarafından verilen toplu iftarda buluşuyor.

Aynı zamanda yemeklerin de hazırlandığı Kümbet köyü kooperatifi sosyal tesisinde kurulan iftar sofrasında buluşan köy halkı, birlik ve beraberliğini pekiştirip ramazan ayının coşkusunu birlikte yaşıyor. İftar programında açıklama yapan Seyitgazi Belediye Meclis üyesi Seydi Kanat, "Bugün iftar daveti vermek bize nasip oldu eski geleneğimizi bu seneden itibaren tekrardan canlandırmaya çalışıyoruz. Güzel birliktelik oluyor" diye konuştu.

Düzenlenen iftar programı, yapılan duanın ardından sona erdi.

KAYNAK

15 Haziran 2017 Perşembe

Sağ iktidarların kültürle arası açıktır

Neye değer verirseniz onunla ölçülürsünüz. Bizim tasavvuf erbâbı, bunu şâhâne bir formülle söylemiştir: Talebin ne ise sen osun!”  Bana öyle gelir ki insan ve toplulukların psikolojik şifreleri bu sözdedir. Fertten çevreye genişleyerek bütün ilişkilerimiz, tutum ve davranışlarımız da bunun içindedir. Ekonominin arz-talep kanunlarına varıncaya kadar.
Talebin ne ise sen osun!”, güçlü bir kültürün hükmüdür. Öyle kolayına verilmez. Kökü yüzyıllar ötesine uzanır. Çünkü insanın talebi, içinde yaşadığı çevrenin tarihinden bağımsız değildir. O tarihi yapan da önünde sonunda kültürdür. Esasen tarih de kültürü yapar. Millet, tarih ve kültür... İskender Öksüz’ün devlet-millet-dil üçlemesindeki gibi. Gözden uzak tutulmayacak nokta burasıdır ve kendimizi, olanı biteni anlamakta bize yol göstericidir.
BİTMEYEN DERT
Bu memleket en az iki asırdır bitmeyen krizlerin içindedir. Biz bunun daha çok siyasi tarafları ve sonuçlarıyla ilgiliyiz. Hâlbuki işin esası kültür çalkalanmalarıdır. Nasıl bir insan yetiştirmeyi hedefliyoruz ve bu insan ülkeye ve dünyaya ne getirecek? Temel soru budur ve biz bu soruya alıştığımız yol ve yöntemlerle bir cevap bulamadığımız için çırpınıyoruz.
Tanzimat, bir kültür inkılâbı öngörmüştü. Daha doğrusu bir medeniyet değişikliği için topyekün bir yeniden yapılanmaya gitmiştik.  Cumhuriyet bu yapılanmanın tam bir devamı ve tamamlayıcısıdır. Bu uzun dönemin en bâriz özelliği bir kültür politikasına dayanmasıdır. Sıkça gözden geçirilip yenilenmiş ve bazı dönüşler yaşanmıştır. Böyle inişli çıkışlı bir grafik vardır. Belki hüküm cümlelerinden biri şudur:  Bir politikasının bulunması doğru fakat -ana eksen aynı kalsa da- sık sık değiştirilmesi ârızasıdır. Tercih edilen kültür unsurlarının doğruluğu veya yanlışlığı çok tartışılmıştır. Politik zikzaklar da buradan doğmuştur. Bunlar ayrıca işlenecek bahislerdir. Öyle veya böyle 1950’ye kadar bir kültür politikamız olmuştur. Yeni devletimiz de kendisini “Cumhuriyet’in temeli kültürdür” diye tarif ederken bu devamlılıktan hareket ediyordu. Biliyordu ki yüksek kültüre dayanmayan bir eğitim-öğretim sonuç vermez, toplum ve devlet sıkıntıya düşer. Biliyordu ki milletler için yaşama hakkının şuuru kültürle gelir.  İnsanın ve toplumun kendisi olması ve kendisi kalması kültürledir. Kültür bu kadar hayati bir değerler bütünüdür. 
DÖNÜM NOKTASI
Atatürk ve İnönü devirlerinin kültür hamleleri ekonomik tedbirlerle atbaşı gider. Bu çok çarpıcı bir dikkattir. Bundan dolayı, Cumhuriyet’in bu ilk dönem hükûmetleri kültür politikası olan son iktidarlarımızdı. Sonrakiler o politikaların doğrusu yanlışı üzerine dedikodu üretmekten öteye gidemediler.
“Sonrakiler”in adını açıkça koyalım: Kültür politikasının olmadığı dönem 1950 ve sonrasıdır. Sanırım bu netlikte söylenmemiş ve konuşulmamıştır. Üstelik o dönemi kutsamak yaygın bir kabul halindedir ve aksini söyletmeyiz. Halbuki Demokrat Parti’nin iyi yaptığı, çok iyi yaptığı, yapmadığı, kötü yaptığı ve yapamadığı hususlar vardır. Her tarih dönemi için böyledir.
Konuşmadığımız ve konuşamadığımız konu budur. Başımıza gelenlerin bu tutumumuzdan kaynakladığının da farkında değiliz. Halbuki konumuz açısından durum nettir: Maalesef 1950’den beri devletimizi idare eden sağ iktidarların bir kültür politikası olmamıştır. Ara ara bazı canlılıklar görülmesi politikanın varlığını göstermez. Bin Temel Eser serisi, Milliyetçi Cephe dönemlerinde (1975-77) Millî Eğitim Bakanlığı ve Kültür Bakanlığı’nın özellikle müzikte okullaşmayı başlatması gibi hareketler önemlidir fakat istisnadır, devamlılığı da işaret etmez. Kültür, Türkiye’de 1940’lardan itibaren sol entelijansıyanın tekelindedir. 1950’nin sağ iktidarı on yıllık dönemde,  Arapça Ezan dinletmek, ibadet serbestliği sağlamak gibi halkı rahatlatacak unsurlarla yetinmiştir. Bunun dışında odaklandığı husus ekonomidir. Refah üzerinde yoğunlaşmıştır. Bu bir gelenek haline gelmiş ve birinci mesele her zaman ekonomi olarak koyulmuştur. Burada kolayca açıklanamayacak durumlar da vardır: Demokrat Parti’nin dört kurucusundan biri büyük kültür adamı Ord. Profesör Fuad Köprülü’dür. Faruk Nafiz Çamlıbel, Orhan Seyfi Orhon gibi büyük şair ve yazıcılar da aralarındadır. Buna rağmen kültürden uzak durulmasını anlamak güçtür.
Bir gün Adnan Menderes, Yahya Kemal’in yaşadığı Park Otel’e gelir. Şair haberdar olunca, yakınlarından kısa bir görüşme ayarlamalarını ister. Menderes’e şairin bir maruzatının olacağı duyurulur. İlk reaksiyonu: “Herhalde Üstad paraya sıkıştı...”diye düşünmektir. Aklına şiir, edebiyat veya başka bir kültür, sanat meselesi gelmez. Halbuki Yahya Kemal’in derdi, aşk derecesinde sevdiği ve hayatının gayesi bildiği Türklük ve Türkçedir. Ayaküstü görüşmede, “Başvekil Hazretleri, şu dil meselesine lütfedip el atmanızı istirham edeceğim. Gidiş fenadır...” der ve ayrılır. Nihad Sami Banarlı, bu hadiseden sonra bile hiçbir şeyin değişmediğini, Başvekil’in bu talebin gereğine tevessül etmediğini hayıflanarak yazar.
Dahasını söyleyelim: Türk Dil Kurumu’nu ele geçiren anlayışın, en rahat çalışma dönemlerinden biri o yıllardır. Dilde tasfiyenin on yıllık dönemde daha da hızlandığı yine şaşılacak bir gerçektir. Sami Nabi Özerdim, 60 ihtilalinden hemen sonra 1961 Varlık Yıllığı’nda şöyle diyor: “Devletin ve gericilerin yıkıcı girişimlerine karşıt Türk Dili bu on yıl içinde istenilenden daha ileri bir özleşmeye vardı.”Mutlaka dikkat edilmiştir: Buradaki yüksek başarıyı ifade eden ara söz “istenilenden daha ileri”dir. Devletin bu meselede bir tavrı olsa, bu “başarı”nın gelemeyeceği açıktır. Devletin Millî Eğitim başta bütün müesseselerinde TDK anlayışı hâkimdir. Tam hâkimiyetle çalışmışlardır. Zaten bütün veriler, DP’nin kültür ve sanat alanlarında olduğu gibi, lokomotif konumundaki dille de ilgilenilmediğine işaret etmektedir.
EN BÜYÜK ESKİ ESER KIYIMI
TRT’de Yaşayan Geçmiş belgeselinin metnini yazarken karşılaştığım bir örneği de vermesem olmayacak. Hatırlatacağım büyük tarihi eser kıyımını dehşetle ve bütün detaylarıyla birçok kalemden okuduğumda anlamakta çok zorlanmıştım. Sur İçi İstanbulunun buldozerlerle kalbine giren bir imar hareketinde Ordu, Millet ve Vatan Caddesi ile Sahil Yolu ve Unkapanı Caddesi’nin açılması için yıkılan Osmanlı eserlerinin sayısı yüzlercedir. Sadece Unkapanı-Bozdoğan Kemeri arasındaki 300 metrelik yolu açmak için 53 eser yıkılmıştır. Ordu Caddesi’nde güzelim Simkeşhane, yarısı yıkılmış haliyle yakın zamana kadar o tahribin canlı şahidiydi. Yahya Kemal, Sâmiha Ayverdi, Ahmet Hamdi Tanpınar, Abdülhak Şinasi Hisar ve Ekrem Hakkı Ayverdi’nin bu konuda yazdıkları devrin iktidarında hiçbir etki bırakmamıştır.
Bu kalemler, bu imar denen katliamın bir Fransız Mimara yaptırılmasına ve onun yolları özellikle en çok eser kaybına sebebiyet verecek yerlerden geçirmesine dikkat ederler. Dahası, Sâmiha Hanım onun itiraflarına yer verir. Hâsılı, Henri Prost’un Planı küçük değişikliklerle uygulanmıştır. Mutlaka bilinmesi gereken bir şaşkınlık örneğidir. Başka durumlar da vardır. Mesela Beyazıt Hamamı, temelindeki bir Bizans taşına rastlandığı için yıkılmamıştır. Bizans’ın bir şekilsiz taşına gösterilen itibar, yüzlerce Türk eserinden esirgenmiştir. Bir de böyle bir katmerli acı veren tarafı vardır.
Evet, DP’nin kültürle ilgilenmemesi önemli bir meseledir. Kültür ve sanat, sanki dar bir zümrenin kendi aralarında oynadıkları bir oyun gibi değerlendirilmiştir.Bütün dikkati seçim olan ve yalnızca gücü elinde tutmaya odaklanmış bir anlayış yerleşmiştir. Ve bu anlayış, belli fikir hareketlerinin ve siyasi kurum ve kuruluşlarının geleneği haline gelmiştir. Sağ bütün renkleriyle az çok bu geleneğe bağlanır.
Son altmış yedi yıl, belli başlı kültür adamlarının sağ iktidarlara kültür meselelerinde meram anlatma gayretleriyle geçmiştir. Bir dikkatli bakış bunu görür. Yüzlerce kültür-sanat adamının yüklendiği birinci görev bu ikazlardır. Acıdan acı gerçeklerdir. Yazılan mektup ve yazılar toplansa onlarca cilt tutacak külliyat eder.
Bu ağır gerçekle yüzleşmek zorundayız.  Ne yaparsak yapalım, kültür temel yoksa yerimizde sayıklarız. Bir noktadan ileri geçemeyiz. İleri hamleler yapamayız.  Seviyemizi yükseltemeyiz. Sanayileşmeyi bile tam başaramayız. Kalkınamayız. Orta gelir tuzağı denen yerde bile uzun süre kalamayız. Batıda, teknik alanlarda çalışanlar da dil ve kültürden imtihan edilirler. Yoksa yerli ve millî renk ortaya çıkmaz. Dil hatası yapan profesör ancak Türkiye’de bulunur. Bunun sebebi de büyük ölçüde sağ iktidarların aymazlığıdır. Turgut Özal iktidarında bu hususu konuştuğumuz planlamacı dostlara , “Turgut Bey aylık konuşmalarında kültüre de yer versin ve bir canlanmaya öncülük edilsin!” demiştim. O kadar çok söyledim ki, bir gün “Sen bir iki paragraf yaz, biz konuşmasına ekleteceğiz…“ dediler. Yazdım, taslak metni de gördüm, eklenmişti. O gün geldi, Turgut Bey o bölümü atlayarak konuştu. Sonra büyük atılım hamlelerinin sahibi, büyük kalkınmacı ve büyük zekâ Turgut Bey, piyasa şarkıcılarına devlet sanatçılığı vererek bir kültür katliâmı yaptı.
Ondan önceki Demirel dönemleri de böyledir. Milliyetçi Cephe’nin iki yılı bir istisna gibidir. Anarşi dönemin keskin ve zorlayıcı şartlarında kültür dikkati görülür. O kadardır. Daha sonraki ANAP, DYP ve  son 15 yılın AK Parti iktidarında kültüre mesafeli aynı tutum vardır. Bugünü çeşitli yönleriyle ayrıca değerlendirmek lazımdır. Şu kadarını söyleyeyim, kültür bakımından en kötü dönemdeyiz. Evet, sağ iktidarların kültür meselelerine bakışı problemlidir. Bu bahis açılınca kendimi tutamıyorum. Hayatım bu meseleleri anlatmakla geçti. Daha net söyleyelim: Sağ iktidar mensuplarının ilgi alanları arasında kültür yok gibidir. Bunun için sayısız örnek vardır. Yalnızca devlet ödüllerine bakmak bile tam fikir verir. Ahmet Kaya’ya devlet ödülü veren akıldan kültür fikri çıkmaz diyebilmek lazımdır. Bunu açıkça söyleyemezsek uyanacak halimiz ve varacak yerimiz yoktur.

Herkes Lider Olamaz

Liderin kalibresi, zor dönemlerde belli olur. Dünya düzeninin yeniden harmanlandığı şu günlerde “liderler”in liderliği de zorlu sınavlardan geçiyor. Kriz dönemlerinde, baskı altında gün yüzüne çıkan kişilik ikilemleri, zor geçitlerden geçen insanların liderlerinde görmek istedikleri basireti seraba dönüştürüyor.
1970’lerde Zimbardo tarafından yapılan ve “Das Experiment” adlı filme de konu olan bir deney, önemli bir gerçeğe dikkat çekmişti. Profesör Zimbardo öğrencilerine rasgele tutuklu ya da gardiyan rolleri vermişti. Öğrenciler bir hapishane ortamında iki hafta yaşayacaklardı. Ancak gardiyanların gittikçe artan vahşi davranışları, tutuklu rolündekilerin birer kurbana dönüşmesi o kadar gerçeğe yakındı ki, deney iki hafta yerine altıncı günün sonunda Zimbardo tarafından sona erdirildi. Deney, bir toplulukta ya da kurumda “gücün” kime teslim edileceğini belirlemenin ne kadar önemli olduğunu somut olarak göstermişti.
Liderin gücü
Her toplumsal yapı bir güç odağı yaratır ve güç, toplumun küçük bir kesiminin elinde toplanır. Kurumlar, lider yöneticilerin yönlendirmesi ve kontrolüyle işlerlik kazanır. Yukarıdaki deneyde, kendi halinde sade insanlardan seçilmiş denekler, hiç tanımadıkları ve hatta yüzünü bile görmedikleri masum bir kurbana, öldürücü olduğunu bildikleri elektrik şoku vermekten çekinmemişlerdir. Bunun nedeni, yetkili birinin onlara bunu yapmalarını söylemiş olmasıdır. Lider insanlara aslında yapmak istemedikleri bir şeyi yaptırabilmiştir.
Liderlik konumuna getirilen insanların, kendilerine verilen gücü kötüye kullanmasını önlemek için bu insanların belirli kişilik özelliklerine sahip olması şarttır. Başarılı bir liderin iç uyum ve hırsının yüksek olması, ancak aynı zamanda uzlaşılabilirlik, tedbirlilik, yeniliğe açıklık ve öğrenmeye açıklık özelliklerinin de orta düzeyde olması gerekir.
Liderin kişiliği
Lider sonucu değiştiren kişidir. Lider kişiliğinin ayırt edici özellikleri vardır. Bunlar genel olarak zamandan ve kültürel değerlerden oldukça bağımsızdırlar. İnsanların liderlerinin yeterliliğini değerlendirirken aradıkları kişilik ölçütleri şunlardır:
– Tutarlılık ve dürüstlük: Liderin özü sözü birdir. Tutamayacağı sözü vermez, verdiği sözü tutar.
– Kararlılık: Baskı altında da olsa, yetersiz bilgiyle de, doğruya en yakın kararı verebilir. Başkalarını riske sokmak yerine kendisi başkaları adına risk alır.
– Yeterlilik: Yaptığı ya da yönettiği işi iyi bilir ve konusunda uzmandır Alçakgönüllüdür ve öğrenmeye ve kendini geliştirmeye her zaman açıktır.
– Vizyon sahibi olmak: Liderin zihninde, sağlam ve özgün bir dünya görüşüne dayanan geleceğe ait bir resim vardır.
Sosyo-analitik bakış
Yıllarını kişilik psikolojisi çalışmalarına adamış, son on beş yıldır da liderliğin sırlarını çözmeye emek vermiş bir bilim adamı olan Robert Hogan’ın yorumu liderlik davranışına açıklık getirmektedir.
Kişinin bir grup içinde varlığını sürdürmesi, öncelikle grubun kişiyi kabul etmesine bağlıdır. Kabul edilme çabası “iyi geçinme” davranışlarını gerektirir. Topluluk içindeki diğer insanlarla işbirliği yapma, onların değerlerini ve inançlarını paylaşma, yardım alıp verme, destek olma, anlama ve anlaşma, iletişim kurma davranışları “iyi geçinme” davranışlarıdır.
Öte yandan her topluluğun içinde insanlar çeşitli roller üstlenir ve işbölümü yaparlar. Sonuçta her grupta bir hiyerarşik düzen oluşur. Bazı bireyler rollerini daha iyi yerine getirdikleri için de topluluk içinde sivrilir, “öne geçer”. İşini iyi yapan, uzmanlık kazanan, sorunlara daha etkin çözümler üreten, daha azimle rekabet eden, çevresindekileri etkileyen ve yöneten kişiler topluluk içinde daha önde bir konum elde eder ve “öne geçme” davranışı gösterir.
Lider kime denir?
Topluluk içinde “iyi geçinme” ve “öne geçme” davranışlarını diğerlerinden daha iyi gerçekleştirenler, liderlik konumuna gelirler. Liderlerin belirgin bir kimlikleri ve kişilikleri vardır. Ancak onları lider yapan, etkili sonuçlar alan bir ekip oluşturabilmeleri ve bu ekibi sürdürebilme yetenekleridir. Liderin en belirleyici ölçüsü, ekibinin diğer ekiplerden daha başarılı sonuçlar alması ve bu sonuçları sürdürebilmesidir.
İnsanları yönetmek, duyguları yönetmek demektir. Ancak başkalarının duygularını yönetebilmek için liderin öncelikle, kendi duygularının farkına varması, isimlendirebilmesi ve yönetebilmesi gerekir. O halde liderliğin ilk adımı kendiyle yüzleşmek ve kendini yönetmeyi öğrenmektir. Kendini tanıyan kişi başkalarını da anlayabilir. Kendini yönetebilen kişi başkalarıyla ilişkilerini de yönetir. O nedenle de liderlik özellikleri, kısa bir zaman süreci içinde, 2-3 günlük eğitimlerle geliştirilebilen özellikler değildir.
Liderin bu sınavdan alnının akıyla çıkması, sahip olduğu kişiliğin dört boyutuyla ilişkilidir:
1. Duygularını ve davranışlarını denetleme: Lider, kendini tanır, duygularını yönetir, güçlü ve eksik yanlarının bilincindedir, baskı altında dengesini korur, başarma ve kazanma tutkusunun esiri olmaz, elde ettiği konumun ayrıcalıklarıyla başı dönmez.
2. İnsan ilişkilerinde başarılı olma: Lider, insanları tanımaya, anlamaya, saygı göstermeye, farklılıkları dengelemeye, yönlendirmeye hazırdır. Ekibiyle ve çevresiyle amaca yönelik, etkili ilişkiler kurar ve bu ilişkileri dengeli yönetir.
3. İşini iyi bilme: Lider yaptığı işi iyi bilir. Bilgilidir, uzmandır, birikimlidir, öğrenmeye ve harekete geçmeye hazırdır.
4. İleri liderlik becerilerine sahip olma: Liderlik becerileri, temel ve ileri liderlik becerileri olmak üzere iki farklı kategoride incelenir. Temel liderlik becerileri, ilk iki boyutun kapsamı içine giren iletişim, güvenli davranış, stresle başaçıkma gibi becerileri kapsarken, ileri liderlik becerileri ekip oluşturma, performans izleme, delege etme, koçluk gibi becerileri içerir.
Bu boyutların ilk ikisi “iyi geçinme” davranışıyla ilgili, son ikisi ise “öne geçme” davranışını belirleyen özelliklerdir. İlk ikisi daha zor gelişebilirken, son ikisini geliştirmek daha kolaydır.
Sonuç
“Lider sonucu değiştiren kişidir” demiştik. Yapılan araştırmalar, iyi liderlerin yönetimindeki insan topluluklarının daha mutlu ve daha verimli olduğunu, kötü liderlerin ise insanlarda umutsuzluk yarattığını, yabancılaşmaya neden olduğunu gösteriyor.
Lider gücü elinde bulunduran kişidir. Bu nedenle gücün kimin eline teslim edileceğini belirlemek ciddi ve hatta yaşamsal öneme sahip bir iştir. Tüm dünyayı sonu belirsiz serüvenlere doğru sürükleyen “lider”leri gördükçe, liderlerimizi belirlerken ne kadar titiz davranmak zorunda olduğumuzu bir kez daha görmekteyiz. Şimdi siz yukarıda sıralanan bilimsel ölçütleri kullanarak siyasal ve iş liderlerimizin gerçekte “ne kadar lider” olduklarına karar verebilirsiniz.

14 Haziran 2017 Çarşamba

En İyi Genel Kültür ve Bilgi Siteleri

Gelişen teknolojiyle birlikte artık internetten her türlü bilgiye anında erişebiliyoruz.Peki doğru bilgiye erişebiliyor muyuz acaba.İşte bu durum için sizlere en iyi ve en güvenilir bilgi sitelerini derledik.Bu sitelerdeki bilgilerin çoğu doğrudur.Sitelere aşağıdan ulaşabilirsiniz.
1-)www.bilgiustam.com
Türkiye’nin en iyi bilgi sitesi diyebiliriz.Zaten siteye girince de sağ tarafta bulunan online sayaçtan alanında en iyisi olduğu belli oluyor.
2-)www.bilgiufku.com
Bu site ise ilginç bilgilerin yer aldığı bir sitedir.
3-)tr.wikipedia.org
Vikipediyi bilmeyen yoktur.Bu sitenin Türkçe kısmı da aynı şekilde ülkemizdeki en iyi bilgi sitelerinden birisidir.
4-)www.ilgincbilgiler.org
Adı üstünde ilginç bilgilerin yer aldığı bir web sitedir.
5-)www.turkcebilgi.com
Bu site ise aslında Türkçe sözlük gibi duruyor.Ama tam olarak öyle değil.Araştırmak istediğiniz kelimeleri bu sitede bulup detaylarını öğrenebilirsiniz.
6-)eodev.com
Burası aslında tam öğrenciler için bir platform.Ama içerisinde birbirinden güzel bilgiler de bulunmaktadır.
7-)www.nedirnedemek.com
Bu site de turkcebilgi.com gibi sözlük tarzında.Fakat her türlü bilgi bulunduruyor.
8-)www.msxlabs.org
Burası aslında bir forum sitesi lakin içerisinde her telden genel kültür bilgileri ve normal faydalı bilgiler yer almaktadır.
9-)www.ansiklopedim.net
Bu site de adı üstünde bir ansiklopedi sitesidir.İçerisinde araştırmak istediğiniz çoğu bilgi bulunmaktadır.
10-)www.pratikbilgiler.com
Bu site de pratik bilgilerin yer aldığı bir sitedir.Nedir,nasıl yapılır tarzında bir site arıyorsanız burası tam size göre.
Şimdilik en iyi bilgi ve genel kültür siteleri bu şekilde.İlerleyen zamanlarda listeyi güncelleyebiliriz.Bizler de bu siteler gibi yükselmek istiyoruz.Hedefimiz buradaki siteler gibi doğru bilgiyi sizlerle buluşturmak.Herkese iyi günler dileriz…